ÖLÇÜ 2021 NİSAN SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Kent Topoğrafyasına Bağlı Mikro-iklimsel Değişimler

Dr. Öğr. Üyesi Gül Aslı AKSU

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi

«Peyzaj», belirli ekolojik özelliklerle (klimatik, edafik, fizyografik, biyotik) diğer arazi parçalarından ayrılacak karakteristiklere sahip bir yeryüzü kısmı, bir arazi parçası ve kendine özgü ekolojik karakteristiklere sahip bir ekosistem kısmı veya çeşitli ekosistemleri içine alan bir mekân birimidir (Çepel 1990, 1994). Bu tanımlamaya göre «Peyzaj» kavramının ekosistem üstü bir kapsama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, Odum ve Barret tarafından tayin edilen ve Işık (2008) tercümesiyle literatürümüze kazandırılan “Biyolojide Hiyerarşi Düzeni Basamaklarında” da görülebilmektedir. «Peyzaj» kavramı, küresel ölçekte etki alanı bulunan “Biyom” ile daha lokal ölçekte kendini gösteren “Ekosistem” arasında yer almakta ve bu konumuyla yapılı çevre ile doğal çevre arasındaki etkileşimlerin değerlendirilmesinde önemli bir çerçeve sunmaktadır.

Bir peyzajın karakteristik yapısını anlamak, tıpkı bir insanı tanımaya benzer. Anakaya yapısı, toprak özellikleri, geçirimlilik, yüzey örtüsü, yüzey ve yeraltı suları, iklim gibi fiziki özelliklerin yanı sıra bu özellikler arasında kusursuz işleyişler ve muhteşem bir denge mevcuttur. Ne kadar fazla karakteristik yapıyı göz önünde bulundurur ve bunlar arasındaki ilişkileri anlamaya çalışırsanız, o peyzajı o kadar iyi tanırsınız. Dengeler ne kadar hassas olsa da olumsuz, yıkıcı etkenlere karşı tam bozulma şeklinde tepki vermeden önce sizi uyarır. Adeta alarm sistemiyle donatılmıştır, tabi bu uyaranları anlamasını, okumasını, dinlemesini bilenlere…

Karakter sahibi her varlık gibi peyzaj da zaman içerisinde değişime uğrar (Forman ve Godron, 1986; Aksu, 2012). Bu değişim bazen doğal süreçlerin etkisiyle olur, bazen de insanoğludur tetikleyici. Çünkü ekosistemin parçası olan tüm diğer canlılar gibi insanın da ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda ekosistemden beklentileri vardır. Ancak insan, diğer canlıların aksine ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılarken çoğu zaman kendini ekosistemin bir parçası ve bileşeni olarak görmek yerine, tüm sistemin tek hâkimi ve efendisi olarak algılamaktadır. Bu algı, ekosistemin sunduğu tüm nimetleri tepe tepe kullanma hakkı olduğu düşüncesini normalleştirmektedir. İnsanın doğal afetlerle baş edemeyişinin temelinde doğaya karşı takındığı bu meydan okuyucu tutum, bir nevi küstahlık yatmaktadır.

Özellikle kentsel peyzajlarda, insanın barınma ihtiyacını karşılamak üzere ekosistemdeki diğer canlılar gibi döngülerin parçası olmak yerine kendini üstün görmesi, çoğu zaman sürdürülebilir olmayan müdahaleleri beraberinde getirmektedir. Doğaya baktığınızda dik açı göremezsiniz. Mutlak simetri yoktur. Her şey özgün ve logaritmik-oransal algılar üzerine kurulmuştur. Yani Öklid geometri değildir doğayı şekillendiren. Değerli sanatçı Niki de Saint Phalle (2002), şekil ve biçim algısını aktarırken adeta “Doğal Topoğrafyanın” da tanımını yapar gibidir:

“Ben yuvarlağı seviyorum, kıvrımları, dalgaları. Dünya yuvarlaktır, dünya bir göğüstür. Dik açıları sevmiyorum. Dik açılar beni korkutuyor. Dik açı beni öldürmek istiyor. Dik açı bir bıçaktır. Dik açı cehennemdir. Simetriyi sevmiyorum. Ben kusurlu olanı seviyorum. Dairesel hatlarım asla tam yuvarlak değildir. Böyle olmasını istiyorum. Mükemmeliyetçilik soğuktur. Kusurlu olan hayat verir. Hayatı seviyorum.”

Hatta bu algısıyla Almanya, Hannover Herrenhausen’de bahçe sanatı tarihi açısından Barok tarzın güzel örneklerinden olan “Herrenhäuser Gärten” içerisinde gerçekleştirdiği oyuk (die Grotte) tasarımıyla dik açılara ve Öklid geometriye meydan okumaktadır. Bu sanatsal yaklaşımın topoğrafyayla olan ilişkisine dönecek olursak, doğal topoğrafyanın da dik açıları sevmediğini söyleyebiliriz. Doğa içerisindeki akışlar ve bu akışlar arasındaki ahenk, genelde mutedil geçişlerin ürünüdür. Geçişler rijit olmaya başladıkça doğa adeta öfkelenmeye ve tepki vermeye başlar. Bunun en güzel örneğini insanların başta barınma ihtiyacını karşılamak üzere meydana getirdikleri yerleşim alanlarında görüyoruz. De Saint Phalle’nin tutkusunun aksine, yapılar ve dolayısıyla yapıların oluşturduğu kentler, dik açılar ve Öklid geometri üzerine kurgulanmaktadır. Çoğu geometrik prizma formuna sahip olan ve göğe yükselme yarışı içerisindeki yapılar ve yine geometrik şekiller oluşturarak bu yapılar arasında ulaşımı sağlayan yollar bir araya geldiğinde, yapay bir topoğrafya ortaya çıkmaktadır. Bu topoğrafya, doğal haline nazaran daha dik açılara, daha yüksek eğim derecelerine, yapay rüzgâr ve gölge koridorlarına sahiptir.

Bu yapılaşma tarzının beraberinde farklı akışlar getireceği aşikâr.

Bir dönemin şehircilik algısında, düzen arayışının ürünü olarak ortaya çıkan gridal sistemler, dik açıyla kesişen ulaşım ağları da doğalına aykırı bir yapay topoğrafyanın şekillenmesini tetiklemiştir. Altyapı sistem kurgusunda kolaylık sağlamak üzere, fraktal geometriye öykünen ve fabrikada seri imalat yaparcasına, bir modülün tekrar ettirilmesine dayandırılan yapılaşma düzeninde de yine Öklid geometrinin tercih edilmesi, doğada mevcut olan çeşitliliği baltalamıştır. Doğada kare şeklinde bir orman, daire şeklinde bir göl, piramit formunda bir dağ olmadığı halde insan yapılarında bu doğala aykırılığın tercih edilmiş olması, beraberinde birçok problemi de getirmektedir.

Düzen beraberinde yapay koridorları getirir.

Yapı adası ölçeğinde bakıldığında, yapay topoğrafya oluşumu, yağış sularının doğal akışını değiştirmesi nedeniyle su rejimini bozmakta, doğal rüzgâr yönlerini dik açılarla kırmak suretiyle ani olarak değiştirmekte ve rüzgâr koridorlarının, suni girdapların oluşmasına neden olmakta, arazi bakılarına bağlı doğal güneşlenme açılarını bozmakta ve gölge koridorları oluşturmaktadır.

Yüksek yapıların yapay gölge etkisi.

Daha detayda, yapı çevresi ölçeğinde bakıldığında ise kazı ve dolgu işlemlerine bağlı olarak arazinin stabilitesi bozulmakta, statiği bozuk dolgu ve kazı alanlarının üzerine yapı inşa edilmesi neticesinde deprem gibi afetlere karşı direnci zayıf bir yapılaşma düzeni meydana getirilmektedir. Ayrıca toprak erozyonuna meyilli suni yamaçlar oluşmaktadır.

Kazı ve dolgu işlemlerine bağlı değişimler ve toprak erozyonu oluşumu.

Doğadaki birçok canlının mevcut çevre koşullarına uyum sağlama çabasının aksine, ekosistem üzerindeki etkilerini umursamaksızın faaliyetlerine devam eden insan, peyzajda afetleri teşvik eden çok sayıda değişime sebep olmaktadır.

Geçirimsiz yüzeylerin artmasına ve yapay topoğrafyanın eğim derecelerini yükseltmesine bağlı olarak, kent ortamlarında yağış suları yüzeysel akışa geçmektedir. Özellikle altyapının yetersiz olduğu, dere yataklarına yakın ve dolgu alanları üzerine inşa edilmiş bölgelerde şiddetli yağışlar, sel baskınları şeklinde neticelenmektedir.

Dörtgen prizma tipindeki bitişik nizam yapılar rüzgâr ve gölge kanyonlarının oluşması için ideal bir ortam oluşturmaktadır. Kent ortamında doğal rüzgâr akışlarının bozulması ve yön değiştirmesi, kentsel ısı adası oluşumlarını tetiklemektedir. Yeterli havalandırmanın sağlanamadığı bölgelerde, kirli kent havası asılı kalmakta ve hava kirliliğine bağlı birçok sağlık problemine sebep olabilmektedir.

Yapay topoğrafyaya bağlı olarak doğal güneşlenme açılarının değişmesi, ısı adası oluşumlarını teşvik edebildiği gibi duruma göre aksine suni gölge koridorları oluşturabilmektedir. Bu durum, çevre yapıların doğal aydınlatmasını etkileyebilmekte, dolayısıyla yaşam konforunu bozabilmektedir.

Tüm bu sayılan etkenler ve daha niceleri, aslında doğal birer potansiyel olarak doğanın bize sunduğu güneşlenmenin, hava akımlarının, yağışların, doğal eğime bağlı akışların kent ortamlarında bir tehdit unsuruna dönüşmesine sebep olmaktadır. Yine suçu ve suçluyu başka yerlerde arayan insan, iklim değişimlerini günah keçisi yapmaktadır. Cevabını duymak istemediğinden olsa gerek, asıl sorulması gereken soruyu soramamaktadır:

“İklim değişimleri hangi faktörlere bağlı olarak neden meydana gelmektedir?”

Küresel ölçekte etki eden iklim değişimleriyle ilgilenmeden önce bölgesel ölçekte konuyla ilgili sebep-sonuç ilişkilerinin tüm paydaşların katılımıyla ve objektif bir algıyla masaya yatırılarak tartışılması, planlanması ve acil eylem planlarının oluşturularak bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Çevrenin bozulmalara karşı toleranslı yaklaştığı, bozulmanın boyutuna bağlı olarak sinyaller verdiği belirtilmişti ancak; tüm bu toleransına rağmen, doğanın da eşik değerleri bulunmaktadır. Bu eşik değerlere ulaşmadan önlem alınması gerekmektedir.

Kaynakça:

Çepel, N., (1990). Ekoloji Terimleri Sözlüğü Almanca-İngilizce-Türkçe. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayınları, İ.Ü. Yayın No: 3048, O.F. Yayın No: 324, İstanbul.

Çepel, N., (1994). Peyzaj Ekolojisi. Ders Kitabı, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayını, İ.Ü. Yayın No: 3868, O.F. Yayın No: 429, İstanbul. ISBN: 975-404-371-X.

Odum, E.P.; Barrett, G.W., (2008). Ekolojinin Temel İlkeleri. Çeviri Editörü: Işık, K., Palme Yayınları: 469, ISBN: 978-9944-341-74-5. Eserin Özgün Adı: Fundamentals of Ecology. Orijinal ISBN: 0-534-42066-4.

Forman, R. T. T. ve Godron, M., (1986). Landscape Ecology. John Wiley & Sons. New York, ISBN: 0-471-87037-4.

Aksu, G. A., (2012). Peyzaj Değişimlerinin Analizi: İstanbul, Sarıyer Örneği. Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.

The Sustainable Sites Initiative, (2009). The Case for Sustaınable Landscapes. American Society of Landscape Architects, Lady Bird Johnson Wildflower Center at The University of Texas at Austin, United States Botanic Garden.

Niki de Saint Phalle, (2002). Die Grotte in Herrenhäuser Gärten Hannover. Allianz Umweltstiftung.