ÖLÇÜ 2019 EKİM SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

İKTİDARIN YANLIŞ POLİTİKALARINA TESLİM OLAN SU HAVZALARI

Dr. Savaş KARABULUT

TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube

Türkiye’deki su kaynakları, Devlet Su İşleri (DSİ) genel müdürlüğü tarafından 26 bölgeye (havzaya) ayrılmıştır. AB Su çerçeve direktifi kapsamında da suyun yönetiminde havza modelinin esas alınması gerektiği vurgulanmıştır. İstanbul, bu 26 su havzasından Meriç, Marmara ve Sakarya’da bulunan havzalardan yararlanmaktadır.

Türkiye’ye yıllık ortalama yağış miktarı 643 mm/yıl olup yılda ortalama 501x109 m3 suya tekabül etmektedir. Düşen yağışın %55’i (274x 109 m 3) buharlaşma ve terleme yoluyla atmosfere geri dönmekte, 69x109 m3’lük kısmı (~%14’ü) yüzeyaltı ve yeraltı sularını beslemekte; 158x109 m 3 (%31)’lik kısmı ise akışa geçerek akarsular vasıtası ile denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır. Yüzeyaltı ve yeraltı sularını besleyen 69x109 m3’lük suyun 28x 109 m3’lük kısmı (~%41) pınarlar vasıtası ile tekrar yerüstü suyuna katılmaktadır. Böylece yıllık toplam akış (158+28) x109 m3= 186x109 m3 olmaktadır. Ayrıca komşu ülkelerden gelen ~ 7x109 m 3/yıl su bulunmaktadır. Böylece ülkemizin brüt yerüstü suyu potansiyeli 193x109 m3‘e ulaşmaktadır. Yeraltı suyunu besleyen 41x109 m3 de dikkate alınmakla ülkenin toplam yenilenebilir su potansiyeli, 243x109 m3/yıl olarak hesaplanmaktadır.

Marmara Havzası için verilen yıllık ortalama akış, 5,08x109 m3 (6,69 L/s.km2) olup, Türkiye’nin yüzeysel su potansiyelinin %2,77’sine karşılık gelmektedir. Bunun kullanılabilir kısmı ise, ortalama kullanılabilir yüzeysel su oranı yaklaşık %50 alınarak 2,54 x 109 m3/yıl olarak tahmin edilmiştir (Ayaz ve diğerleri, 2010). Marmara havzasındaki suyun kısa, orta ve uzun vadede yapılması gerekenler Tübitak Çevre Enstitüsü tarafından belirli periyotlara göre yıllık planlara ayrılmıştır. Günümüzde orta vade planında bulunulmaktadır. Havza koruma eylem planından Atıksu yönetimine; kirliliğin yönetimi ve kontrolünden Havza çevresel bilgi sisteminin kurulumuna kadar birçok öngörü yapılmıştır. Ancak bu planların tümden uygulanabilirliği günümüzde mümkün olmamıştır.

Havzalarda toplanan suların kullanılabilir bir su olması için Dünya Sağlık Örgütü (WHO), ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA), Avrupa Birliği (EC) ve Türk Standartları Enstitüsü (TSE) tarafından hazırlanan standartlar ve normlara uygun şekilde kullanıma sunulması gerekmektedir. Kullanım suyun kalitesini farklı değişkenlere göre (bulanıklık, mikrobiyolojik bileşimi, organik-inorganik maddeler, dezenfeksiyon, estetik ve ek parametreler) incelenmektedir. Günümüzde tüm bu bileşenlere ait değerler kullanılarak İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı İSKİ tarafından her ay düzenli olarak Su Kalitesi Raporları yayınlanmaktadır. Yukarıda anlatılan tüm bu veriler ve bilgiler olması gereken durumu bizlere göstermektedir. Oysa günümüzde geçtiğimiz yollarda köprü altlarında kurumuş olan nehirler, derelerin şehirleşme politikalarına teslim olması, kentleşmede betonlaşma seçeneğinin ön plana alınması ve gereksiz yere açılıp “Su akar ama Türk bakmaz.” anlayışıyla rant projelerine heba edilen hidroelektrik santraller, uygulanması gerekenleri olmaması gerekenlere çevirmiştir. Bu durum yanlış su politikalarının uygulanması sonucudur. Bilimsel bilginin yanlış uygulanan su politikalarının önüne geçmemesi durumunda sonucun ne olacağı bellidir.

Son yıllarda AKP iktidarının su kullanımına yönelik yanlış politikaları nedeniyle de gelecekte sadece büyükşehirlerdeki su havzaları değil; Anadolu coğrafyasında bulunan diğer 25 su havzasının büyük bölümü su problemi ile karşı karşıya kalacaktır. Hidroelektrik santrallerle sözde enerji ihtiyacının uygun olmayan ve gereksiz planlamayla karşılanması neticesinde su kaynaklarının yok edilmesi, yanlış baraj projeleri ile enerji ve sulama ihtiyaçlarının bölgesel ihtiyaçlarının göz ardı edilmesi, özellikle büyükşehirlerde mega projelerle (Kanal İstanbul, Üçüncü Havalimanı, Melen Suyu Projesi ve Ömerli Barajı vb) su kaynaklarının talan edilmesinin de önünü açmaktadır. Ayrıca yanlış su kullanımı nedeniyle denize yakın alanlarda tuzlu su girişimleri ile yeraltı sularının kirlenmesi, tarımsal sulama projelerinde suyun fazla kullanımı nedeniyle toprak özelliklerinin yok olması ve tuzlanması, dere yataklarının yollarının değiştirilmesiyle hem dere yataklarının kuruması hem de olası bir yoğun yağmur yağışında sel afetinin önünün açılması, betona teslim edilen şehirlerde yeraltı sularının beslenememesi, izinsiz/kaçak açılan sondajlar nedeniyle yeraltı su kaynaklarının yok edilmesi gibi nedenler günümüzdeki en büyük tehlikeleri ve tehditleri beraberinde getirmektedir. Günümüzden 30 yıl önce evlerinden çeşme suyunu içen kent sakinleri ise günümüzde bu hatalı kent politikaları nedeniyle ne olduğu belirsiz ve sürekli kamuoyuna açıklanan yeni raporlarla tükettikleri suların kalitesizliğine mahkum edilmekte ve bu raporları topluma deklere eden kamu otoriteleri ise alternatif bir çözüm getirememektedir. 1990’lı yıllarda yaşanan klor yolsuzluğu vb. uygulamaları diline pelesenk etmiş AKP iktidarı, o dönemde çeşmelerden su akmadığını dillendirse de günümüzde aynı çeşmelerden akan suların bırakın içmeye içinde bulundukları durum karşısında temel ihtiyaçlarını gideremeyecek bir duruma gelen şebeke sularına bile hiçbir şekilde izahat getirememektedir.

TMMOB’a bağlı Jeofizik Mühendisleri Odası olarak öncelikle su sorunun sistemli ve süreklilik arz eden bir politik bakış açısıyla; bilimsel bilgi ve mühendislik ölçümleriyle çok disiplinli olarak ele alınmasını öngörmekte olduğumuzu belirtmek isteriz. Öncelikle ve özellikle İstanbul ve çevresindeki sulama havzalarını tehlikeye açacak tüm mega projelerin iptal edilmesinin ise bu kapsamda acil gündeme alınması gereken bir durum olduğunu düşünüyoruz. Özellikle Kanal İstanbul ve Riva Kanal Projelerinin İstanbul’u besleyen su havzalarını, Büyükçekmece ve Ömerli barajındaki duruma benzer bir yok olmaya iteceği unutulmamalıdır. Yerüstü su kaynaklarının korunması yanında yeraltı su kaynaklarının da beslenmesi için özellikle sulama havzaları ve çevresi başta olmak üzere yapılaşmalar durdurulması hatta mevcut yapıların yıkılması gerektiğini de vurguluyoruz. Şehir içindeki yoğun yapılaşmanın ve betonlaşmanın yeraltı su kaynaklarının beslenmesini engellediğini, kaçak sondaj kuyularının kapatılması gerektiğini ve günümüzde Melen Suyu Projesi ile su sorununu çözdüğünü düşünen AKP iktidarının “Taşıma suyuyla değirmenin dönmeyeceğini” bilmesi ve anlaması gerektiğini bildiriyoruz.

Meslek alanımız gereği, öncelikle yeraltı su havzalarının yüzeyden hızlı, ucuz ve kolay bir şekilde araştırılmasının mümkün olduğunu ve mevcut su potansiyelinin de belirlenmesi için uygulamış olduğumuz gravite, elektrik ve elektromanyetik yöntemlerle su potansiyelinin belirlenmesinin ilk öncelik olması gerektiğine inanıyoruz. Yeraltı su havzalarının bölgelere ayrılarak sistematik bir şekilde jeofizik ölçümlerle belirlenmesi ve tüm İstanbul şehrinin “Hidrojeofizik Etüt Raporu”nun neden hala hazırlanmadığını da anlayamıyoruz.

Su havzaları farklı doğal kaynakları içinde taşıyan; orman, mera ve su ekosistemlerinin bütüncül bir şekilde düşünüldüğü bir değerdir. Bu kaynakların bilinçsiz kullanımlarının doğal çevrede bütüncül bir yıkıma yol açacağı unutulmamalıdır. 1960’lı yıllarda Küçükçekmece-Haliç arasında kalan alana ait (mevcut nüfusun yoğun olduğu alanlar) yapılan çalışmalarda 0-30 metre derinlikleri arasında bulunan yeraltı suları günümüzde 250m ve daha derinlere doğru kaydığı yapmış olduğumuz birçok lokal çalışmada gün yüzüne çıkmaktadır. Ayrıca olası bir depremde mevcut şebeke hatlarının durumunun da ivedilikle kontrol edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Olası bir afette ise kent sakininin su ihtiyacının karşılanması için meslek odaları ve üniversitelerin jeofizik mühendisliği bölümleriyle koordineli olarak kullanılmak üzere yeterli ve uygun alanlara eşit dağılacak şekilde, acil durumlarda kullanılmak üzere su sondajlarının yerlerinin belirlenmesi ve açılması gerektiğini önemsiyoruz.

Yeraltı suları dışında, günümüzde ilgili bakanlık ve müdürlük tarafından verilen jeotermal amaçlı sondaj ruhsatlarının günümüzde sayısı artarak devam ediyor. Bu sondajların, bölgenin jeolojik oluşumu ve mevcut yapısal tektonik unsurları düşünüldüğünde anlamsız olduğunu da biliyoruz. Özellikle Kuzey Avrupa ülkeleri başta olmak üzere zorlamalı jeotermal sondaj olarak isimlendirdiğimiz bu uygulamanın günümüz şartlarında jeotermal bir kaynak ve yeraltına yüksek basınçlı su/hava sirkülasyonu ile elde edilmiş su’dan başka bir şey olmadığını da söylüyoruz. Bunun sadece mega konut projelerini satmaya odaklanmış bir takım tekelci inşaat gruplarının birer satış yöntemi olarak düşünüldüğü; yapay depremler yaratacak (ML:4.3 büyüklüğüne kadar olmuştur) bir problem haline dönüştüğü, dünyadaki örnekleriyle de görülmektedir.

Ülkemiz nüfusunun 2005 yılında 73 milyondan gelecekte 2050 yıllarında 100 milyona yükseleceği düşünüldüğünde; yerüstü ve yeraltı olarak toplam 100 milyar m3 ’lük su potansiyeli esas alınırsa, kişi başına düşen yıllık su değerleri 2050 yılında 1000 m3 değerine; içme-kullanma endüstri suyu talebinin ise 15,0 milyar m3 ’e yükseleceği yapılan çalışmalarla belirlenmiştir. Ayrıca, kişi başına düşen toplam su tüketimi değerinin 2050 yılında 620 m3’e; kullanım-kaynak indeksinin (tüketilen suyun düzenlenebilecek su potansiyeline oranı) 2050 yılında %59 değerine yükseleceği tahmin edilmektedir. Tüm bu durumlar sadece bilimsel çalışmalar ve mühendislik projeleriyle çözüm açısından yetersizdir. Yasal mevzuat eksikliği çözülmeden gelecek nesillere içilebilir ve tüketilebilir su kaynaklarını bırakmamız mümkün değildir. Bu nedenle mecliste bir “Su Kanunu” çıkarılması ve bu kanunda hem mevcut kaynakların korunması hem de beslenmesi için gereken tüm durumlar gerekli cezai mevzuat ile kontrol altına alınmalıdır.

Kaynaklar:

Ayaz S., ve diğ., 2010, Havza Koruma Eylem Planlarının Hazırlanması Projesi: Marmara Havzası, Proje Kodu: 5098115 Proje Sonuç Raporu, TÜBİTAK MAM, Gebze, Kocaeli, 2010 466, (TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Çevre Enstitüsü)