ÖLÇÜ 2019 EKİM SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

DOĞAYI YOK EDEN İNSAN KENDİ GELECEĞİNİ YOK EDİYOR

Ahmet ATALIK

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı

Giriş

Su kullanımı son yüzyılda nüfus artışının neredeyse iki katına çıktı. Küresel ölçekte su kıtlığı olmamasına rağmen giderek artan sayıda bölgede kronik su yetersizlikleri görülmeye başlandı.

Küresel ölçekte su tüketiminin yaklaşık %70’i tarımda gerçekleşiyor. Son 30 yılda gıda üretimi %100’ün üzerinde artış gösterdi. Artan nüfusun gıda ihtiyacını karşılamak için 2050 yılına kadar gıda üretiminin %60 artırılması gerekiyor.

Gıda üretimini artırma zorunluluğu, beraberinde su talebi artışını da getirecektir. Oluşacak ihtiyacı karşılayabilmek için tarım alanlarının %50’sinden fazlasının suyla buluşturulması gerekiyor. Sulama uygulamalarının geliştirilmesi ve sağlanacak verim artışı ile tarımda kullanılan su miktarının sadece %10 artırılması ile bu hedefe ulaşılabileceği öngörülüyor.

Dünyamızda yaklaşık 1,4 milyar kilometre küp su var. Ancak bunun sadece % 0,0003’ü içme, kullanma, tarım ve sanayide kullanılabilen tatlı su kaynaklarından oluşuyor. Meteorolojik olaylar nedeniyle her zaman belirtilen miktarda suya ulaşmak mümkün olamayabiliyor.

Bir kilogram tahıl üretmek için 1 ile 3 ton arası su kullanılıyor. Bir kilogram kırmızı et üretimi için ise 15 ton su gerekiyor. Bir insanın günlük gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için 2.000 ile 5.000 litre arasında su kullanıldığı tahmin ediliyor.

Küresel ölçekte tarım alanlarının %80’i yağışa bağlı (sadece yağmur suyunun suladığı) tarım alanları olup tarımsal üretimin %60’lık bölümü bu alanlar üzerinden sağlanıyor. Geri kalan %20’lik sulanan alanlar ise üretimin %40’ını sağlıyor.

Bu veriler ışığında doğal varlıklar ve onun sadece küçük bir parçasını oluşturan su havzalarının insanlığın geleceği açısından büyük önem taşıdığı unutulmamalıdır.

İnsan doğa mücadelesi

İnsanlar tarih boyunca en büyük mücadelesini doğaya karşı verdi. Sonunda doğayı inceleyip onu anlayarak ve uyum içinde yaşayarak günümüze kadar ulaştı. Ancak, bilim ve teknolojideki ilerlemeler çerçevesinde insanın doğayı egemenliği altına alma çabası hiçbir zaman bitmedi.

Zaman içinde insan yaygınlaşan kent yaşamı içinde doğadan uzaklaşmış gibi görünse de bu durum yaşamın hala havaya, suya ve toprağa bağlı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Temelinde insan kaynaklı eylemlerin neden olduğu doğadaki bozulma doğrudan insan yaşamını etkilemektedir.

Sanayi devrimi ve sonrasında yaygınlaşan ticari faaliyetlerin beraberinde getirdiği nüfus artışı ve plansız kentleşme faaliyetleri doğanın yenilenme kapasitesinin üzerinde kullanılmasına ve kirlenmesine yol açtı. Doğal varlıklar üzerindeki baskı bozulmalara neden oldu. Ekosistemin kompleks ve iç içe geçmiş yapısı dolayısıyla bu bozulmalar yaygınlaşırken, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi tehditler dünyanın her bir noktasını etkilemeye başladı.

Yaşanan bozulmalar karşısında doğrudan insanı ya da devleti merkeze alan çözüm yaklaşımları ekolojik yıkımın sosyo-politik ve ekonomik etkilerini azaltmaya odaklanmaktadır. Oysa insan doğanın bir parçasıdır. Doğayı merkeze alan çözüm arayışları ekolojik yıkımın nedenlerine inilmesini sağlayarak gerçek çözümü de beraberinde getirecektir.

Su yalnızca insanlar için değil tüm canlılar için yaşamın devamlılığını sağlayan en önemli doğal varlıkların başında gelmektedir. Bu nedenle su döngüsünün herhangi bir nedenle bozulması başta suya erişim olmak üzere çeşitli yaşamsal riskleri tetiklemektedir. Su döngüsü gerçekleştiği sürece yaşamın temelini oluşturan su yenilenebilir niteliktedir. Ancak, kirlilik, ekolojik dengenin bozulması, taşıma ve yenilenme kapasitesinin üzerinde kullanma gibi nedenlerle su ve su döngüsü zarar görmektedir. Bu durum su kaynaklarının azalmasına neden olurken suyun kıt bir kaynak olarak ele alınmasına yol açmakta, değerli bir mal olarak kabul edilerek kapitalist yaklaşımlarla sorun aşılmaya çalışılmaktadır. Sonuçta, kâr anlayışına dayanan bu yaklaşım su döngüsünü daha da bozarak suya erişim sorununu artırmakta ve ekolojik bozulmayı hızlandırmaktadır.

Tüm bu sorunların çözümü temelinde doğanın sadece insan için yaratılmadığı, insanın da doğanın bir parçası olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır.

Su potansiyelimiz ve kullanımı

DSİ 2018 yılı Faaliyet Raporu’na göre ülkemizin aldığı yıllık ortalama yağış 574 mm/yıl olup 450 milyar metre küp suya karşılık gelmektedir. Buna karşın kullanabileceğimiz yıllık yüzey suyu miktarı 94 milyar metre küp, çekilebilir yer altı suyu miktarı ise 18 milyar metre küptür. Sonuç olarak yıllık kullanabileceğimiz toplam su miktarımız 112 milyar metre küp olup bunun 54 milyar metre küpü projelendirilmiştir. Projelendirilen kısmın 40 milyar metre küpü (%74) tarımda, 7 milyar metre küpü (%13) içme-kullanma, 7 milyar metre küpü (%13) sanayide kullanılmaktadır.

Sulanabilir alanımız

Ülkemizin yüzölçümü yaklaşık 78 milyon hektar olup ekonomik olarak sulanabilir tarım alanımız 8,5 milyon hektardır. Bu alanın 2018 yılı sonu itibarıyla 6,6 milyon hektarı sulamaya açılmıştır. Bu miktarın 4,3 milyon hektarı DSİ, 1,3 milyon hektarı mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve İl Özel İdareleri tarafından sulamaya açılmıştır. Yaklaşık 1 milyon hektarlık alanda da halk sulaması yapılmaktadır. Kalan 1,9 milyon hektarlık alanın da 2023 yılına kadar DSİ tarafından sulamaya açılması planlanmaktadır.

Bölgesel öncelikli sulama projelerimiz

Ülkemizin en büyük projesi Güneydoğu Anadolu Projesi’dir(GAP). Fırat ve Dicle Havzalarını kapsayan bir projedir. Sulama ve enerji yatırımları ağırlıklı olmak üzere bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınmasını sağlayacak en önemli entegre projedir. Bölgedeki 9 ili kapsamaktadır. GAP eylem planına göre yörede yaklaşık 1,1 milyon hektar alanın sulanması planlanmaktadır. Ancak bugüne dek sulama yatırımlarının yalnızca %53’ü tamamlanabilmiştir.

Diğer önemli sulama projemiz Konya Ovası Projesi’dir (KOP). Proje 8 ili kapsamaktadır. Proje kapsamında yaklaşık 1,6 milyon hektar tarım alanının sulanması hedeflenmektedir. Ancak günümüze dek sulama yatırımlarının ancak %44’ü gerçekleştirilebilmiştir. Proje alanında %25’lik bölümünün sulaması ise YAS kooperatifleri ve halk sulamasından oluşmaktadır.

Bir önemli proje de Doğu Anadolu Projesi’dir(DAP). Proje sahası bölgedeki 15 ili kapsamakta, yaklaşık 1,4 milyon hektar alanın sulanması planlanmaktadır. DAP kapsamında kalan sulama alanlarının da bugüne dek %38’i işletmeye açılabilmiştir.

Ülkemizdeki son önemli sulama projesi Doğu Karadeniz Projesi’dir(DOKAP). Proje 9 ili kapsamakta ve toplamda yaklaşık 339 bin hektar alanın sulanması hedeflenmektedir. DOKAP kapsamındaki alanların da bugüne dek %43’ü işletmeye açılabilmiştir.

Kırsal Kalkınma, ülke kalkınmasının en önemli bileşenlerinden biridir. Ülkemizde planlı dönem (1963) öncesi kırsal alana yönelik çalışmalar arasında Köy Kanunu’nun çıkarılması, Birinci İktisat Kongresi’nin düzenlenmesi, Aşar Vergisi’nin kaldırılması, toprak ve tapuya ilişkin girişimler, köy enstitülerinin kurulması sayılabilir. Planlı dönemde yapılan çalışmalar arasında ise kalkınmada öncelikli yöreler ve merkez köy çalışmaları, köy kalkınma kooperatifleri, kırsal sanayi uygulamaları, bölgesel projeler, kırsal kalkınma projeleri, toplum kalkınması ve STK’ların kırsal kalkınma çalışmaları sayılabilir. Ancak bu çalışmalarda istenilen başarılar tam anlamıyla yakalanamamıştır. Bunun altında yatan nedenleri kısaca, halkın görüşünün alınmaması ve hedeflerin yanlış belirlenmesi, proje yerlerinin siyasi tercihlerle seçilmesi, kararların halkın katılımı olmaksızın merkez tarafından alınması, kurumlar arası eşgüdüm yetersizliği, ağır bürokrasi, proje elemanlarının yetkilerinin sınırlı olması, sahada ön çalışma yapılmaması, projede sosyal faktörlere yeterince yer verilmemesi, hedef kitlenin örgütlenmesini sağlayacak çalışmaların yetersizliği, izleme ve değerlendirme çalışmalarının yeterince yapılmaması şeklinde belirtebiliriz.

Kalkınma için havza bazlı planlama

Başarılı bir kırsal kalkınma için çalışmaların havza bazlı yapılması önerilmektedir. Sürdürülebilir bir havza yönetiminin hedefleri arasında erozyonun önlenmesi, taşkın ve sel kontrolü, kaliteli ve sürekli su temini, yaban hayatının korunması, havzada yaşayan insanların yaşam düzeylerinin yükseltilmesi yer alır.

Sürdürülebilir kırsal kalkınmayı oluşturan unsurlar ile havzayı oluşturan unsurların ortak oluşu ve hedeflerinin örtüşmesi nedeniyle sürdürülebilir kırsal kalkınma projelerinin havzalar bazında yürütülmesi önerilmektedir.

Havzayı tehdit eden unsurlar

Hidroelektrik santraller, barajlar, havzalar arası su transferleri gibi sürdürülebilir olmayan su altyapı projelerinin planlama çalışmalarının havza ölçeğinde yapılmayışı, suyun doğadaki hidrolojik döngüsünü bozmakta ve kimi dere ile sulak alanların ve çevre bitki örtüsünün yok olmasına neden olmaktadır.

Su kullanımının %74’ü tarımda olmaktadır. DSİ tarafından gerçekleştirilen sulama projelerinin %68’sinde yüzey sulama, %18’inde yağmurlama sulama ve %14’ünde de damla sulama yöntemi kullanılmaktadır. Yüzey sulama yönteminde sulama randımanı %45 civarındadır. Basit bir şekilde örneklersek, kaynağından alınan 100 kova suyun sadece 45 kovasından bitkimiz faydalanabilmekte, 55 kova su bitkiye ulaşamadan kaybolmaktadır. Yağmurlama sulamada bu oran %70, damla sulamada ise %95’ler düzeyinde olmaktadır. Kaynaktan aşırı su çekilmesinin önüne geçmek, suyu en tasarruflu şekilde kullanmak, tatlı su ekosisteminin ekolojik ve ekonomik açıdan değerini koruması için yağmurlama ve damla sulama yöntemlerini yaygınlaştırmak gerekmektedir.

Ülkemizdeki büyükşehir statüsüne kavuşan il sayısının 30’a ulaşmış olmasıyla birlikte kentli nüfusumuz 2018 yılı itibarıyla % 92,3’e ulaşmıştır. Nüfusun artışı ile birlikte içme suyu arzı da sorun haline gelmiştir. Suyun yetersizliği havzalar arası su transferini gündeme getirmiştir. Ancak, bu tür çözümler beraberinde çok önemli ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunları da getirmektedir.

Otoyolların inşası, kentleşme ve sanayileşme gibi büyük ölçekli altyapı projeleri ile madencilik faaliyetleri su kaynaklarını ve özellikle sulak alan ekosistemlerini doğrudan etkilemektedir. Yapım ve işletme aşamasında yoğun su tüketen bu tür yatırımlar aynı zamanda su kaynakları üzerinde kirletici etki oluşturmaktadır.

Diğer bir olumsuzluk olan İklim Değişikliği, doğal çevreyi olumsuz etkilemesinin yanında kalkınmayı da olumsuz etkileyebilecek bir faktördür. Özellikle Akdeniz Havzası’nda etkili olacak olup kuraklık, su kıtlığı, verim kaybı, tarım ve turizm gelirlerinin düşmesi, orman yangınlarının artmasına ve biyolojik çeşitlilik kaybına yol açacaktır.

Ülkemizdeki plansızlık

Ülkemizde 25 adet nehir havzası yer almaktadır. En zengin su potansiyeline sahip Fırat, Dicle ve Doğu Karadeniz havzalarımız en çok insan göçünü veren yerlerdir. Ne yazık ki su potansiyelinin %40’ına sahip bu havzalardan ayrılan nüfus, toplam su potansiyeli içindeki payı % 0,9 olan Meriç-Ergene ve Marmara (Avrupa kısmı) havzalarına sadece yerleşmekle kalmayıp aynı zamanda verimli tarım alanları, meralar ve ormandan çıkarılmış alanlar üzerinde kentleşmek ve sanayileşmek suretiyle doğal varlıklara da zarar vermektedirler.

Şunu anlamalıyız

Tarım alanlarımızı ve meralarımızı korumalıyız. Önemli tarım arazilerimizi ve meralarımızı enerji ve madencilik yatırımları ile kentleşme ve sanayileşme baskısından uzak tutmamız gerekiyor. Zira artan nüfusumuzu doyurmak için, onlara mutlak surette ihtiyacımız var.

Ormanlarımızı amaç dışı kullanmayı aklımızdan bile geçirmememiz gerekir. Zira onlar yağmuru çeken, suyu depolayan, sonrasında nehirleri besleyen doğal baraj olmalarının yanında biyolojik çeşitliliğin merkezi ve dünyamızın oksijen kaynağıdır.

Suyun hidrolojik döngüsüne müdahale etmemeli, aşırı su kullanımından ve havzalar arası su transferinden kaçınmalıyız. Su tüm canlılar için bir gerekliliktir. Ancak, çok iyi hesaplamaksızın ve simülasyonlar üzerinde bilimsel veriler çerçevesinde çalışmaksızın yapılacak su transferleri, yönlendirildiği havzayı kurtaramayacağı gibi suyun sevkinin sağlandığı havzanın da ekolojisinde bozulmaya neden olacaktır.

İnsanların artık şunu anlaması gerekiyor; insan doğanın merkezinde değil, tüm canlı varlıklarla birlikte doğanın bir parçasıdır. Mücadelesi doğaya hükmetmek değil, onunla uyumlu yaşamak üzere kurgulanmalıdır. Aksi takdirde doğa, kendine zarar veren insanı, iklim değişikliği ve bağlantılı ekstrem meteorolojik olaylar ile yok ettikten sonra tekrar yaralarını saracak ve temiz bir şekilde yaşamına devam edecektir. Ama bu kez üzerinde insan olmadan.

Kaynakça

A. AKSOY, A.U. ÖKTEM, 2014. Türkiye’nin su riskleri raporu. WWF.

B. ŞAHİN, 2016. Küresel bir sorun: Su kıtlığı ve sanal su ticareti. Hitit Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Çorum.

DSİ 2018 Yılı Faaliyet Raporu

FAO, 2011. The state of the world’s land and water resources for food and agriculture (SOLAW) – Managing systems at risk. FAO – Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome.

FAO, 2017. Water for sustainable food and agriculture. FAO – Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome.

S. ATVUR, 2016. Su hakkı bağlamında sınıraşan sular: Ekolojik bir bakış. Alternatif Politika, Cilt 8, Sayı 1.

T. BEŞEN, 2006. Katılımcı havza planlaması yaklaşımı ile kırsal kalkınma potansiyelinin belirlenmesi üzerine bir araştırma: Düzce İli, Cumayeri İlçesi, Avlıyan Havzası örneği. Ankara Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.