ÖLÇÜ 2019 KASIM SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

KADERİMİZ DEPREM : DEPREMLE YAŞAMAK ZORUNDA MIYIZ?

Prof. Dr. Şerif BARIŞ

Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü, Yer Fiziği Anabilim Dalı Başkanı

KOÜ, Yer ve Uzay Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

sbaris@kocaeli.edu.tr, srfbrs@gmail.com

Türkiye dünyanın en aktif tektonik kuşaklarından birisi olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Ülkemizin yerküre üstünde bulunduğu konum nedeniyle kuzeyimizde çok büyük Avrasya levhası ile güneyinde her yıl yaklaşık 2 cm kuzeye hareket eden Afrika ve Arap levhaları arasında sıkışmış olup, bu sıkışma nedeniyle Anadolu levhası her yıl yaklaşık 2,5 cm hızla batıya doğru hareket etmektedir. Levha sınırı olarak adlandırılan bu sınır, yaklaşık 1500 km uzunluğunda olan Kuzey Anadolu Fay Zonunu oluşturmakta, Doğuda ise yaklaşık 1200 km uzunluğundaki Doğu Anadolu Fay Zonu’nda da sıkışma olmaktadır. Milyonlarca yıldır süregelen bu tektonik hareketler neticesinde levha sınırlarında gerilme (stres) birikmekte ve bu gerilme belirli bir seviyeye ulaştığında yerkabuğunu kırarak deprem oluşturmakta ve bu depremlerden açığa çıkan elastik dalgalar yer küre içinde yayılarak yeryüzüne ulaşarak binaları ve insanları sarsmaktadır. Bu aktif kuşaktaki sürtünme, çarpışma ve ayrılma kuvvetleri nedeniyle levha sınırlarında depremi oluşturan fay adı verilen kırık sistemleri oluşmakta ve bu faylar üzerinde ve yakın civarlarında irili ufaklı depremler sürekli meydana gelmektedir. Bu depremler levhalarda oluşan hareketlerin hızına, biriken gerilmelerin süresine ve miktarına bağlı olarak zaman zaman çok yıkıcı ve tahripkar depremlere maruz kalmaktadır. Her yıl Dünya’da meydana gelen depremlerin yaklaşık % 20’sinin oluştuğu Alp-Himalaya kuşağının en tehlikeli kesiminde yer almaktadır. Binlerce yıllık tarihsel ve aletsel dönemler incelendiğinde ülkemizde deprem tehlikesinin son derecede yüksek olduğu açıkça görülmektedir. Halen yer kürenin içinde bulunan mağmanın hareketlerinin sürmesi, volkanik aktiviteyi devam ettirmekte bu hareketlerde yerkabuğunda bulunan levhaları sürekli hareket ettirerek depremlerin oluşumuna sebep olmaktadır. Milyonlarca yıldır sürmekte olan bu hareketler yerkürede bulunan levha sınırlarında sürekli gerilme biriktirerek zaman zaman çok büyük depremler oluşturmaktadır. Yerleşimlerin bu sınırlara yakın olması nedeniyle bu doğa olayları insan ve yapıları etkileyerek afet niteliği kazanmaktadır. Yeraltındaki bu hareket yeryüzüne sürekli mağma çıkışını oluşturmakta ve levhaların birbirileriyle olan karşılıklı hareketleri halen sürmektedir. Bu hareketler devam ettiği sürece yer kürede depremler olmaya devam edecek, ülkemiz de maalesef bu depremlerden önemli derecede etkilenmeye devam edecektir.

Ülkemizde sürekli deprem oluşturan fay zonları dünyaca bilinen Kuzey Anadolu Fay Zonu, Doğu Anadolu Fay Zonu ve Ege Bölgesi Açılma Sistemi içerisinde yer almaktadır. MTA’nın yayınına göre ülkemizde belirlenen tekil fay ve fay zonu sayısı 326’dır. Bu rapora göre Türkiye ana karasında aletsel büyüklüğü 5,5 ve üzeri deprem üretecek fay zonu veya segment sayısı ise 485’tir. Ülkemizde bu faylardan daha fazla fay olduğu bilinmektedir. Güncel çalışmalar ülkemizdeki aktif fay kuşaklarında deprem tehlikesinin çok yüksek olduğu bir kez daha belirtmiş olup son günlerde ülkemizde meydana gelen depremler ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmıştır. AFAD deprem veri tabanına göre 1900-2018 yılları arasında ülkemizde meydana gelmiş aletsel büyüklüğü 4,0 ve 4’ten büyük 11620 deprem meydana gelmiş; bu depremlerin 1534 tanesinin büyüklüğü 5,0 ve daha büyük; 145 tanesinin büyüklüğü 6,0 ve daha büyük; 32 tanesi ise büyüklük olarak 7,0 ve 7’den büyük yıkıcı depremlerdir. Bu sayılara göre ülkemizde yaklşık her 1,5 yılda büyüküğü 6 olan bir deprem; her 4 yılda da büyüklüğü 7 olan yıkıcı bir deprem yaşanmaktadır. Benzer araştırmalar ortalama her 6 yılda yıkıcı bir depremin oluştuğunu ve hemen her yıl ortalama 1000 insanımızın depremler nedeniyle hayatını kaybettiğini göstermektedir. Benzer şekilde Marmara Bölgesi’nde son 2000 yıllık dönemde 329 adet hasar verici deprem meydana gelmiş ve bunların 38 tanesi birden fazla ilde hasar yapmıştır. Meydana gelen bu depremler %862sının (?) ise Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun kuzey kolu üzerinde olmuştur. (Yaltırak, C., 2015). Depremler sadece can kayıplarına yol açmakla kalmayıp, alt yapı ve üst yapı hasarları, işgücü kaybı nedeniyle toplumu önemli mali kayıplarla da karşı karşıya kalmakta ve bu ekonomik kayıpların tamamı ükemizin gelişmesine, yatırımların ertelenmesine ve refah seviyesine etki etmektedir. Yine 2018 yılında yayınlanmış AFAD raporuna göre ülkemiz Bir Afet Ülkesi olarak tanımlanmıştır. Dünyada son yüzyılda meydana gelmiş büyük depremler açısından Türkiye 77 zarar verici depremle, deprem etkinliği açısından 4. sırada yer almaktadır. Öte yandan 2018 ylında yayınlanan Kürsel Risk İndeks raporuna göre (INFORM indeksi) ülkemiz 191 ülke arasında 5,0 risk puanına sahip olup risk açısından 191 ülke arasında 45. sırada yüksek risk grubunda yer almaktadır (AFAD, 2018).

Yukarıdaki hususlar göz önünde bulundurulduğunda ülkemizin dünyanın en aktif deprem kuşağında bulunması nedeniyle deprem kaderimiz değil, tıpkı gece-gündüz, yağmur veya mevsimler gibi yaşamak zorunda olduğumuz bir doğa olayıdır. Bu olayları oluşturan tektonik kuvvetleri ve yerküre içerisindeki hareketleri durdurmak; fay zonlarını başka bir bölgeye taşımak, depremi engelemek veya depremi önceden haber vermek mümkün değildir. Ülkemiz bir deprem ülkesidir ve böyle olmaya devam edecektir. Bu tür bir sonuca rağmen yaşanan bir çok depremde kaderci bir anlayış sergileyen büyük çoğunluk sürekli olan bir doğa olayına karşı yeterince bilgi edinmeyerek, yaşadıkları ev ve işyerlerinde gerekli önlemleri almayarak, doğa olayının verdiği dersleri unutup, hata üstüne hata yapmaya devam etmektedirler. Toplumun büyük çoğunluğu nasıl olsa bizim başımıza gelmez veya farklı yaklaşımlara depremin zararını azaltacak çaba ve sorumlululardan kaçmakta, önlem ve her türlü çalışmayı devletten beklemektedirler. Ama, aynı coğrafyada yaşarken toplumumuzun tamamı kendi imkanları çerçevesinde karşı karşıya kaldığı diğer doğa olayları için çeşitli kişisel önlemleri almaktadırlar. Yağmur için şemsiye, pardesü veya yağmurluk kullanırken; kar ve soğuktan korunmak amacıyla şapka, eldiven kullanmakta, kalın giysi, dayanıklı ayakkabı giymekte, ev ve işyerlerinde soba ve kalorifer gibi ısı kaynağı kullanarak kendilerini ve ailelerini soğuktan korumak için gerekenleri yapmaktadır. Eğer depremi hayatımıza ve ekonomimize zarar veren çok ani ve güçlü bir doğa olayı olarak kabul edersek; dünyada herhangi bir yöntem veya kişinin depremi önceden bilemeyeceğine inanırsak; evimizde ve işyerimizde alınacak önlemlerle can kayıplarının azalacağına, ağır yaralanıp sakat kalmayacağımıza, ekonomik kayıp ve hasarların azalacağına inanırsak yani kendi sorumluluğumuzu kabul edip kişisel hazırlıkları yaparsak deprem kader olmaktan çıkıp tıpkı diğer doğa olayları gibi birlikte yaşayacağımız bir olgu olacaktır. Bu nedenle makalenin bu bölümünden sonra aslında kişisel bilinç ve hazırlıkla depremlerin zararını azaltabileceğimizi, elde edeceğimiz bilgi ve becerilerle ailemize, komuşlarımıza, mesai arkadaşlarımıza veya diğer afetzedelere yardım edebileceğimizin mümkün olduğunu gösterecek bilgi ve çabalar gösterilecektir.

Depremlerin ani, güçlü bir şekilde olması nedeniyle doğa olayı bir afete dönüşerek can ve mal kayıplarına yol açmakta, ülkenin gelişmesini kesintiye uğratmakta ve oluşturduğu etki nedeniyle uzun süreli problemler yaratmaktadır. Ülkemizi Alp-Himalya tektonik kuşağından taşımak, depremi farklı yöntemlerle yapay şekilde oluşturarak yeraltı tabakalarındaki gerilmeyi açığa çıkaracak veya depremi önceden haber verecek herhangi bir yöntem, cihaz veya teknik henüz dünyada bulunmamaktadır. Deprem tehlikesini azaltmak elimizden gelmemekle beraber alacağımız eğitimler, iyi bir planlama ve yönetimle yani ev ve işyerlerinde alınacak önlemler ve eğitimlerle deprem zararlarını büyük oranda azaltmak tamamen bireylerin elindedir. Afetler, bir olay sonucunda can ve mal kaybına yol açan, genel hayatı etkleyen, yiyecek, ,içecek, battaniye, çadır ve benzeri kaynakların yetersiz kaldığı, iletişim, ulaşım, sağlık, eğitim gibi sistemlerin işlemediği olaylar olarak tanımlanmaktadır. Afetin tanımı gereği Japonya veya ABD gibi en güçlü devletlerin bile tüm afetzedelere aynı anda ulaşması, tüm afetzedelre aynı anda erişerek hayat kurtarma ve tüm olanakları sağlaması mümkün olmayacaktır. Dünyada yaşanan tüm afetlerden elde edilen derslerden en önemlisi afetzedelerin yardımına ilk 72 saat içinde sadece aile üyeleri, komşularınız ve yakınınızda bulunan kişiler gelebilmektedir. Bu nedenle ilk 72 saat altın saatler olarak adlandırılmakta ve bu süre içinde ulaşılan afetzedelerin hayatta kalma oranları oldukça yüksek olmaktadır. Bu nedenle afeti yaşadığımız ilk 3 gün içinde kendi kendimize yetecek bilgi birikimi ve önlemlere ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu önlemlerden ilki elbette yapısal önlemlerdir. Depreme dayanıklı yapılarda yaşamalı ve çalışmalıyız. Ancak, bu tür binalar da büyük depremler sırasında sallanmakta ve içerisinde bulunan eşya, büro makineleri, cihaz veya uzun mobilyaların savrulması, kayması ve devrilmesi sonucu yaralanma ve ölümler meydana gelmektedir. 1999 Kocaeli ve Düzce depremi sonrasında yapılan bir araştırmaya göre deprem bölgesinde yapısal olmayan eşyalardan kaynaklı yaralanmaların %55 civarında olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle ev ve işyerlermizde yapılması gereken en önemli çalışmalar sırasıyla her ailenin ve işyerinin afet ve acil durum planını yapması gerekir. Bu planda ev ve işyerlerinde deprem sırasında savrularak, devrilerek bizlere zarar verecek her türlü tehlike belirlenmelidir. İşyerleri için özellikle sadece tesis içi değil tesisi çevreleyen bina ve alanlar içinde tehlike avının yapılması elzemdir. Çünkü çevrede bulunan tehlikeli bir üretim tesisinde olabilecek patlama, kimyasal sızıntı veya yangın bulunduğunuz tesise ek tehlike yaratabilmektedir. Evlerde ve işyerlerinde özellikle boyu eninden uzun dosya dolabı, gardrop, büfe veya gümüşlük, buzdolabı, soba, şohben veya termosifon ve benzeri eşyalar, mobilya, makine ve cihazların mutlaka duvar, kolon veya kirişlere sabitlenmesi gerekir. Bu şekide evin ve işyerlerinin her odasının dolaşılarak tehlike avı dediğimiz tehlikelerin belirlenerek bir karta yazılmalı ve en kısa zamanda bu tehlikelerin ortadan kaldırılması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. İkinci husus, her aile tüm üyeleriyle brlikte deprem sonrası bir toplanma alanı belirlemelidir. Toplanma alanı aile bireylerinin ortaklaşa karar vereceği bir park olabileceği gibi büyük AVM’lerin açık veya kapalı otoparkları veya bir okul içi ve bahçesi olabilir. Unutulmamalıdır ki afet kış aylarında olursa soğuk ve yağışlı havalarda açık alanda beklemek ve tüm aile bireyleriyle buluşarak, afete müdahale ve yardım ekiplerinin sizlere yardım getirmesine kara geçecek sürede güvenli bir alanda/bölgede durmanız gerekebilecektir.

Deprem öncesi yine en önemli husus deprem anında her insanın en doğal refleksi eş ve çocukları, sevdikleri, akrabaları ve arkadaşlarının durumunu öğrenme isteği yani iletişimdir. Silivri açıklarında yaşanan son depremlerde can kaybı ve büyük yıkımlar olmamasına rağmen oluşan kvvvetli sarsıntılar sonucu ortaya çıkan kaos, insanların bilinçsizce kaçışması korku ve paniği artırarak herkesin telefonlarla sevdiklerine erişme isteği nedeniyle telefon hatlarında kesintiler yaşanmıştır. İletişimdeki bu kesintinin daha büyük depremlerde çok daha uzun süreli olması kaçınılmazdır. Bunun üstesinden gelmenin en kolay yollarından birisi her ailenin kendi yaşadığı il dışındaki bir tanıdığını bölge dışı bağlantı kişisi olarak belirlemesi ve bu kişinin telefonun numarısının tüm aile bireyleri tarafından ezberlenemsi ve telefonlarına hızlı arama olarak kaydedilmesi gerekir. Hasar yapıcı bir depremin hemen sonrasında bu kişiye SMS atarak kendi sağlık durumunu ve aile buluşma noktasına(toplanma alanı) gittiğini belirten bir kısa mesaj göndermesi iletişimin hızlıca ve kesintisiz bir şekilde sağlanmasına olanak verebilir. SMS’ten sonra hızlı ve kısa bir şekilde konuşma yaparak durumunu bildirmesi de mümkün olabilir. Ancak, herkesin telefonlarla konuşma arzusu nedeniyle kesilen iletişim o anda acil yardım ihtiyacı olan kişilerin de yardıma ulaşmasını engellemektedir. Acil ambulans, itfaye veya güvenlik birimlerine ulaşım ihtiyacı belki sizin, akrabanızın veya iş arkadaşalarınızın başına gelebileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle depremin hemen sonrasında telefon kullanmaktan kaçınılması gerekir. Elbette GSM operatörleri ve Türk Telekom yetkililerinin Japonya’da yıllardır kullanılan bir sistemi hayata geçirmesi gerekir.

Her bireyin öğrenmesi ve deprem sırasında yapması gereken temel davranış ÇÖK-KAPAN-TUTUN hareketi olup, bu hareket ABD, Japonya gibi bir çok ülkenin tüm devlet kurumlarında ve okullarında öğrettiği ve uyguladığı yöntemdir. Bu yöntemin esası hedef küçülterek vücudumuzu her türlü eşya, bina parçası ve devrilebilecek cihaz, tablo, avize gibi yaralayıcı unusurlardan koruyarak can kayıplarını ve yaralanmaları engelleyecek doğru davranışı yapmaktır. Deprem sırasında paniğe kapılmadan sağlam bir mobilya, sıra, masa veya sağlam bir eşyanın yanına çömelerek vücudumuzu mümkün olduğunca küçültmek ve bir elimizle ensemizi koruyarak diğer elimizle eşya veya mobilyaya tutunmalıyız. Eğer bir masa veya sıranın altına gireceksek iki elimizle masa veya sıranın ayağına tutunmalıız. Sarsıntı bitene kadar bulunudğumuz konumda sakince bekleyerek saga sola koşmamalı, balkona veya merdivenlere çıkmamalı ve asansör kullanmamalıyız. Gece yatarken deprem olursa yatağın yanına yere boylu boyunca uzanarak bir elimizle yatak veya karyolayı tutarken diğer elimizle bir yastık veya yorganla yüzümüzü veya başımızı korumalıyız. Sarsıntı başladığında yaşanılan korku ve panikle insanlar can havliyle bulundukları binalardan kaçmaya çalışmakta ve bir an evvel bina dışına kaçma eğilimi göstermektedirler. Bu davranış çok tehlikeli sonuçları olan ve doğru olmayan bir davranıştır. Nitekim 26 Eylül 2019 tarihinde Silivri açıklarında yaşanan 5.8 büyüklüğündeki deprem sonrasında oluşan tüm yaralanmalar bu nedenle meydana gelmiştir. Bu depremde yıkılan veya göçen bir bina olmamasına karşın bu kadar yoğun yaralanma nedenleri tamamen deprem sırasındaki doğru davranışı bilmemek, korku ve paniktir. Çok büyük depremler sırasında oluşan sarsıntı nedeniyle ayakta kalmak çok zor olduğu gibi, merdivenlerin çökmesi, veya binadan dışarı kaçarken üst katlardan düşebilecek bina parçaları, cam kırıkları veya bina kaplaması gibi unsurların başınıza ve vücudunuza vurması nedeniyle yaralanma ve ölümle sonuçlanan bir çok olay bilinmektedir. Sarsıntı başladığında panik olmadan güvenli bir eşyanın yanına sığınmak, eşya yoksa koridor veya bir kolonun dibine çökerek iki elimizle başımızı koruyarak sarsıntı geçene kadar bu konumumuzu korumak can kaybını ve ağır yaralanmamızı önleyen en önemli davranıştır. Deprem sonrası ise önce vücudumuzu kontrol ederek yaralandıysak ilk yardımı orada yapmalı ve yakınımızdakileri kontrol etmeliyiz. Sakin bir şeklde başımızı bir yastık, çanta veya kitapla koruyarak bulunduğumuz yeri tahliye ederek aile veya işyeri buluşma noktası veya toplanma alanımıza gitmeliyiz.

Ev ve işyerinde herkesin imkanı ölçüsünde afet ve acil durum çantası hazırlaması önerilen diğer bir önlemdir. Ancak, çantanın içinde olmazsa olmazlar ilk yardım çantası, biraz kağıt para, düdük, el feneri, ilaç kullanıyorsak ilaçlarımız, gözlük kullanıyorsak yedek bir gözlük, bisküvi, konserve gıda, bebekler için emzik ve mama ile çocuk varsa mutlaka bir oyuncak olması gerekir. Her aile kendi ihtiyacı ve kişi sayısına göre bu çantayı hazırlayabilir. Öncelike ilk yardım ve yangın söndürme eğitimleri almalıyız. Evimizde bir yangın söndürme tüpü ve manivela bulunmalı, 12 yaşından büyük herkesin mutlaka kriko ve takoz kullanarak enkaz kaldırmayı öğrenmesi çok önemlidir. Manivela ile bina oturması nedeniyle sıkışabilecek dış kapılar açılabilir, ya da kapı önüne sarsıntı ile devrilen ayakkabı dolabı, portmanto gibi mobilyalar yerinden oynatılarak çıkış kapısı açılabilir. Enkaz altında kalan afetzedeleri kurtarmak için enkazın boyutuna göre farklı sayıda kriko ve takoz kullanılarak hayat kurtarmak mümkündür. İstanbul gibi büyük bir metropelde oluşacak hasarlı bina sayısı 40.000’in üzerinde tahmin edilmektedir. Unutulmaması gerekan diğer bir hususta arama kurtarma ekiplerinin her enkaza hemen gelerek hayat kurtarmaya başlaması mümkün değildir

Şekil 1’de gösterilen fotoğrafta ilkokul çağındaki bir Japon çocuk enkaz altında kalan bir canlıyı kriko ve takoz kullanarak kurtarmayı oynayarak öğrenmektedir. Yayın balığı depremin enkazını, enkaz altında bulunan yeşil maskot ise bu gönüllü grubun maskotu olan kurbağayı temsil etmektedir.

Şekil 1. Kriko yardımı ile enkaz altında kalan afetzedeyi kurtarma eğitimi. Siyah maskot yayın balığını (enkazı), yeşil maskot(kurbağa) ise yaralıyı temsil etmektedir. Bezden yapılmış maskotların içine su dolu pet şişeler konularak ağırlık sağlanmaktadır

Deprem sonrası eğer sağlıklıysak mutlaka aile bireyleri, komşu ya da iş arkadaşlarımıza yardım etmeliyiz. Bunun için herkesin basit arama kurtarma, yangın söndürme, ilk yardım gibi bilgi beceriye sahip olması çok önemlidir. Deprem sonrası belirlenen toplanma alanına giderek yardım çalışmalarına katılmanız önerilir. Unutmayın ki büyük bir afette her türlü gönüllüye ihtiyaç duyulmaktadır. Burada anlatılan hususlar her birey için geçerli olup, deprem sırasında açık alanda, toplu taşıma araçarında veya araba kullanırken, işyerinde veya tatilde başınıza gelebileceğini düşünerek her türlü durum için doğru davranış biçimlerini öğrenmelisiniz. Alınan eğitimler, kazanılan bilgi ve beceriler ile yaptığınız doğru davranış ve hazırlıklar depremlerin sizlere verebileceği zaraları azaltacaktır.

Diğer yandan ülkemizde faaliyette bulunan orta ve büyük ölçekli tüm şirketler ve sanayi kuruluşları Acil Durum Planı hazırlamakta ve bu plan İSG uzmanları tarafından yapılmaktadır. Ancak, bu Acil Durum Planlarının doğru yapılabilmesi için öncelikle şirket ve sanayi tesislerinde tehlike avının yapılması, o şirketin içinde bulunduğu ilçe ve il için her türlü tehlikenin analizinin yapılması ve yapılan bu analizler sonucunda risk analizinin yapılarak risk azaltma çalışmalarının planlanması ve hayata geçirilmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında yapılan hemen hemen tüm Acil Durum Planlarının afet bilgileri ve tehliklerinin doğru bir şekilde yapılamadığı için eksik ve sadece yasal yükümlülükler yerine getirilmesi amacıyla yapıldığı görülmektedir. Yine ilgili yasa ve yönetmelikler gereği İSG uzmanlarınca yapılan Acil Durum Planları kapsamında çalışan sayısı 100 ve 100 den fazla kişinin çalıştığı tüm işyerlerinde her personelin deprem ve sel eğitimlerinden geçirilmesi gerekmektedir. Ancak, bu uygulamayı yapan firma sayısının da bir elin parmaklarını geçmeyeceği bilinmektedir. Bu nedenle deprem zararlarını azaltmanın en önemli yolu öncelikle her şirket ve sanayi tesisi için bütünleşik ve kapsamlı bir afet ve acil durum planının oluşturulması, oluşturulan bu plan çerçevesinde şirketler içinde bulunan tüm personel arasından belirlenecek kişilerden oluşacak hafif arama-kurtarma, tahliye, ilkyardım, yangın söndürme, iletişim gibi gruplar oluşturularak çalışanların ilgili gruplardaki eğitimlerinin yapılması ve sık sık tatbikatlarla bu bilgi ve becerilerin sınanması elzemdir. İşyerleri ve sanayi tesislerinde çalışan bu kişilerin grup ve sorumluluk alanları da her iki yılda bir değiştirilerek farklı gruplarda görev almaları ve eğitilmeleri çok önemlidir. Bu sayede yaşanabilecek afeti kendi bilgi, beceri ve hazırlığımızla ilk 72 saat içinde çok daha en az zararla atlatmak mümkündür.

Son Söz: Ülkemzi bir deprem ülkesidir. Deprem mutlaka yaşam süremiz içerisinde karşı karşıya kalacağımız bir doğa olayıdr. Depremle yaşamak zorundayız, ama deprem nedeniyle ölmek, sakat kalmak ve ekonomik olarak çok büyük zararlar görmek zorunda değiliz..!

Eğitim ve önlem şart!...

Kaynakça:

Yaltırak, C., Marmara Denizi ve Çevresinde Tarihsel Depremelerin Yerleri ve Anlamı, Deprem Dosyası, 2015.

AFAD, Türkiye’de Afet Yönetimi ve Doğa Kaynaklı Afet İstatistikleri, 2018.