TARIMSAL ÜRETİM ALANLARI VE DEPREM
Murat KAPIKIRAN
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi
İlk günah gibi bir ilk birikim vardı ve bu birikim toprak mülkiyetinde oluşmaktaydı. İngiltere'de çitleme ya da diğer ifadeyle toprak çevirme hareketi, ilk olarak 12. yüzyılda görüldü. Tarım yapılan arazilerin özel mülk konusu haline gelişi açısından kapitalist üretim biçiminin ilk ortaya çıktığı ülke İngiltere’dir. İngiliz çitleme hareketleri bu sürecin ilk ve özgün örneğini oluştururken, Osmanlı açısından hanedan mülkü olan tüm ülkenin müşterek kamusal mülkiyete dönüşmeden genel olarak 1858 çıkan Arazi Kanunnamesi ile şahıs mülkiyetine devrinin başladığı kabul edilmektedir. Toprağın özel mülk konusu haline gelmesi, aynı zamanda özel mülk olmayan topraklara el konulmasına yol açmış; iki süreç birbirine paralel olarak ilerlemiştir.
TOPRAK KELİMESİNİN ANLAMI
Toprak; tarım, sanayi, hizmetler, konut, turizm gibi her türlü sektörel jargonda farklı tanımlanmaktadır. Tanımında dahi ana işlevinden ve varoluşsal anlamından soyutlanmaması gerekmesine rağmen farklı işlevler ve anlamlar atfedilmektedir. Oluşan bu dilbilimsel ve kültürel anlam farklılıkları ekosisteme dair varoluşsal bir tehdidi de içinde barındırmakta, canlıların yaşama hakkını cansız doğanında varlığını sürdürme hakkını tehdit eder boyutta bozulmasına ve yok olmasına neden olmaktadır.
Toprak, atmosfer ile taş küreyi (litosfer), tatlı su ile tuzlu su alanlarını (hidrosfer) birbirinden ayıran bir ara katman olup, birçok bitki ve hayvan için yaşam alanı sunan biyosferin (canlı küre) bir parçası, gezegenimizin yaşayan, nefes alan derisidir. Bitkilerin yetişmesine uygun ideal (model) bir toprağın %45’i mineral, %25’i hava, %25’i su ve %5’i organik maddeden oluşur. Toprağın katı kısmını oluşturan mineraller ve organik madde birbirinden oldukça farklı iki katı kısmın, toprak ana materyali ile canlı ve canlı artıklarının fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak ayrışmasından meydana gelir.
TARIM ARAZİLERİ ÜZERİNDE KENTLEŞME TAHRİBATI
Antik çağdan itibaren birçok medeniyet tarım alanlarını, sağladığı avantajlardan dolayı yerleşim yeri olarak seçmiştir. Yaşadığımız coğrafya da tarihsel süreçte yerleşim yerlerinin gelişimine etki eden ekonomik faaliyet kolları, Roma ve Bizans döneminde ağırlıklı olarak tarımsal ürünlerin ticareti, Selçuklu döneminde geçiş güzergâhı ve liman-tersane faaliyetleri, Osmanlılar döneminde ocakçılık ve tarım ürünlerin ticareti olmuştur. Cumhuriyet Dönemi’nden itibaren öncelikli olarak tarımsal faaliyetler, sonrasında ticaret ve sanayi yatırımlarıyla birlikte, limanlarında etkisiyle kentsel gelişim süreci hızlanmıştır. Ekonomik fonksiyonların çeşitliliği hızlı bir kentleşme hareketliliğinin yaşanmasına ve verimli topraklar üzerinde kurulan kentlerin yoğun göç almasına ve hızlı bir yapılaşma hareketine kaynaklık etmiştir.
Kentleşme, binyıllarda oluşmuş karasal ve denizel mikro-ekosistemlerin tahrip olmasını sağlamış, toprağın etimolojik anlamını kaybetmesine neden olmuştur.
Kentleşen tarım arazilerinin, gıda temini bakımından avcı-toplayıcılığa ve tarım yapmaya elverişlilik özelliği, yerleşmenin zaman içerisinde göstereceği büyümeyi etkilemiştir. Kentleşme süreci, öncelikli olarak ovalar üzerindeki tarım arazilerini, sulu tarımın temel ihtiyacı olan su kaynaklarını, ormanları, balıkçılık ve deniz taşımacılığı bağlamında denizel ekosistemleri tahrip etmiştir.
Kentsel yerleşim alanlarının jeomorfolojik açıdan alüviyal düzlükler (tarım yapmaya elverişli ovalar) üzerine kurulu topografyada yer alması, deprem anında; Zeminin taşıma gücünü yitirmesi ve Oturma -Zemin salınımı -Yanal yayılma –Akma, sıvılaşma gibi sonuçlara neden olabilmektedir. Hızlı ve plansız kentleşme, mekânsal birçok problemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kentlerin yer seçimlerinin, doğal çevrenin koşullarına uygun planlamalarla yapılmaması, insanları ve ekosistemi afetler karşısında savunmasız bırakmıştır.
Deprem ve benzeri doğal olayların afete dönüşmesinin nedeni, tüm dünyada kentsel rantiyeciliktir. Plansızlık yanlısı bu yapı, ülkemizde, ulusal, bölgesel, ve kentsel planlamayı, konutu ve sosyal alanları, sosyo-ekonomik ve ekolojik içerikten uzak, finans kaynağı ve rant için bir araç olarak görmüştür.
Doğal ve tarihi miras, ormanlar, tarım toprakları, sahiller, dereler, su kaynakları yağmalanmış, metalaştırılmış, çevre tahrip edilmiştir.
Hava, su, toprak kirletilmiş, bitki, hayvan, insan ve çevre zehirlenmiş ve bu süreç artarak devam etmektedir..
Halkın müşterek mülkiyeti olan kaynaklar metalaştırılarak paylaşılmaya, topraklar, ormanlar, kıyılar ve dereler, yerli-yabancı sermayeye devredilmeye devam etmektedir. Doğal kaynaklar, yatırım, yabancı sermaye, özelleştirme, küreselleşme adına neoliberaller tarafından yok edilmektedir.
Sosyal devlet anlayışından uzaklaşılmış, ulusal kalkınma planlarından, bölgesel ve kentsel ölçeğe kadar her düzeyde planlama disiplini ve düşüncesi terk edilmiştir. Bu anlayışın sonucu olarak ülkenin en önemli sanayi tesisleri yüz yıllardan beri depremlerin olduğu bilinen bölge üzerinde kurulmuştur. Bu duruma ilişkin açılan davalarda oluşan yargı kararları uygulanmamıştır. İmar aflarıyla ödüllendirenler, kaçak inşaatların açılış törenlerine katılan devlet yöneticilerinin himayelerine alınmıştır.
İmar uygulamaları, sağlıklı yaşam ortamlarını oluşturmak yerine "rantın paylaşım aracı" olarak, göstermelik bir faaliyet haline getirilmiştir. Uygun olmayan topraklar ve zeminler üzerine kurulan sanayi tesislerinin ihtiyaç duyduğu istihdam için gereken işgücü de yerleşim yerleri de uygun olmayan alanlarda oluşmuştur. Bu durum, sahillerin, dolgu alanlarının, su havzalarının, tarım alanlarının, meraların, ormanların ve ovaların iskana açılmasıyla sonuçlanmıştır.
İnsan ihtiyaçlarının öncelikleri ve toplumsallığı doğrultusunda, kaynakların doğru kullanılmasını kısıtlayan bu yapılanma sonucu, kollektif kaynaklar metalaşmış, depremin felakete dönüşmesinin de en önemli nedenini oluşturmuştur.
Eşitsizlikleri daha da derinleştiren bu süreç, toplumsal eşitsizliklerin, çevre talanının ve ekolojik bozulmanın son derece büyümesine yol açmıştır. Kentsel ekosistemlerin taşıyabileceği yükler aşılmış, nüfus yoğunluğu ekosistemin kendini onarabilme sınırlarının çok üstüne çıkarak, kentsel mekanlar, dikey ve yatay olarak büyümeye zorlanmıştır.
İstanbul’da kent içi bostanlar, diğer yeşil alanlar, kent yakın çevresinde ki tarım arazileri; kent halkının afet sonrası toplanabileceği, azda olsa gıda temin edebileceği alanlar, su kaynakları, meralar, ormanlar imar rantına feda edilmeye devam etmektedir.
Zeminleri tarım için uygun olan alanlar yapılaşmaya açılmıştır.
Yıllar önce yapılan bilimsel ve teknik çalışmaların ürünü olan imar kararları değiştirilmiş, imar aflarına paralel plan tadilatları yapılmıştır. Planlamanın temel ilkeleri çiğneyerek sahilleri, dere yataklarını, dolgu alanlarını yoğun yerleşime açıp yüksek katlı yapılarla doldurmak, depremlerde ağır yıkım ve hasarları meydana getirmiştir. En büyük yapı hasarları bu yerleşim alanlarında olmuştur.
DEPREMİN DOĞAL VE TOPLUMSAL ÇEVREYE ETKİLERİ
Depremle birlikte meydana gelen zemin çökmesi ve/veya göçmesi ekolojik yapıyı etkilemektedir.
Depremden hemen önce ve sarsıntı sırasında suların ısınması, radon gazı çıkışının artışı gibi faktörlerin de canlı yaşamını etkilediği gözlenmiştir.
Yangın ve tehlikeli maddelerin ortama yayılması, patlama, yanma ve yayılma sonucu ekolojik çevrede (su, hava ve toprak ortamlarında) akut ve kronik tahribat meydana getirmektedir.
Tarımsal sulama da kullanılan su kanallarında, doğal veya yapay göl ve akarsuların yataklarında, taban suyu seviyelerinde ve akiferlerde tahribatlar oluşup, kuyu ve kaynak sularının kaybı söz konusu olabilmektedir.
Doğal gaz ve elektrik şebekelerinin deprem sırasında otomatik olarak kesilmemesi durumunda, can ve mal kaybıyla birlikte ekolojik çevrede de olumsuz etkiler bırakan büyük yangınlar çıkmaktadır. 1994 yılında Japonya’daki Kobe Depremi’nde meydana gelen ölümlerin en az üçte ikisinin çıkan yangınlardan ve su basması sonucu boğulmalardan meydana geldiği rapor edilmiştir.
Deprem sonucu insanların önemli bir kısmı bir süre dışarıda sağlıksız koşullarda yaşamaktadır. Ortaya çıkan katı atıkların uzaklaştırılamaması, organik katı atıkların bozularak çevreye kötü koku salmasına ve salgın hastalıkların hızla yayılmasına yol açmakla beraber bölge ekosistemindeki tüm canlılara da olumsuz etki etmektedir.
Atık su kanalları, arıtma tesisleri, maden çökelme ve atık havuzları, termik ve nükleer santral tesislerinin deformasyonları sonucu çevreye yayılan kirleticilerin tarım alanlarına ve denizlere değişken uzunluktaki sürelerde, zararları olduğu yaşanan tecrübelerden bilinmektedir.
Deprem sonrası oluşan enkazın nitelikli bir geri dönüşüm ayrıştırması uygulanmadan su, toprak, deniz ve tarım alanları gibi korunması gereken ortamlara deşarj edilmesi sıkça yaşanmaktadır. Buna karşın yapılması gereken kapanmış maden ocaklarına, çöp alanlarına taşınması, ilaçlanmak suretiyle dolgu maddesi olarak bertaraf edilmesinin sağlanmasıdır.
TOPRAK VE TARIM
Toprak; kayaların ve organik maddelerin çeşitli derecedeki ayrışma ürünlerinden meydana gelen, içinde geniş bir canlılar topluluğu barındıran, bitkilere üreme ve büyüme ortamı, besin kaynağı olan ve katı yer kabuğunun, uzun zaman içerisinde belirli özellikler kazanan en üst kısmını saran doğal, dinamik bir yapıdır. Üzerine bina yapılabilecek depreme dayanıklı bir varlık değildir.
Toprak, atmosfer, hidrosfer ve biyosfer ile temas halinde bulunan yeryüzüne çıkmış, kayalar, mineraller ve organik maddelerden, fiziksel parçalanma ve kimyasal ayrışması sonucunda oluşmaktadır. Toprak, ekosistemin ve onun bir parçası olan canlıların ve insanın ihtiyaçlarını karşılayacak, hava ve su gibi değerlidir.
Birleşmiş Milletler Örgütünün 1975 yılında yayınladığı 7 ciltlik Urban Land Policies and Land Control Measures isimli kitabında; Topraktan bahsederken “mülkiyetinden değil, topraktan yararlanılmasından” söz etmenin doğru olduğu belirtilerek, “Toprak ülkenin doğal kaynağıdır” demektedir. Toprağın bir kamusal kolektif mülkiyet olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle satılmamalı, plansız kent yapılaşmasına kurban edilmemeli, kolektif üreticilere kiraya verilmelidir.
Tarım toprakta yapılır. Gıda ve tarıma dayalı sanayi hammaddeleri toprakta üretilir, başka hiçbir yerde değil….
Binalar sağlam zeminlere yapılmalıdır, tarım yapılabilir topraklara bina ekilmez. Dikilse de bir depremle aslına dönme eğilimindedir.
Toprak, ancak tarımla ilişkilendirilebilir yapılaşmayla değil…
|