ÖLÇÜ 2019 ŞUBAT SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

YEREL YÖNETİMLER VE TARIM

Murat KAPIKIRAN, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi YK Üyesi

Şeffaf, katılımcı, demokratik, özgür ve barış içinde bir toplumsal yaşam inşasında, yerel yönetimler, merkezi idarelerden daha fazla öneme sahiptir. Sağlıklı bireyler ve toplumsal yaşam, her anlamda ekosistem dejenerasyonlarının olmadığı toplumlar ve coğrafyalarda mümkün olabilmektedir. Avcı toplayıcı neolitik dönemden günümüze kadar doğa, toplum ve ekonomi üzerindeki hakimiyeti giderek daha da yıpratıcı düzeylerde uygulamayı sürdüren çıkar grupları, merkezi otorite üzerinden yerel kaynaklar üzerinde baskı oluşturmaya devam etmişlerdir. 1985 yılında Stockholm’de Avrupa Birliği, “yerindelik” ilkesini benimseyerek Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının ilkelerini benimsemiştir. Bu şartın 4. Maddesi, kamu hizmetlerinin, mümkün olduğu kadar alt kademe yönetimler tarafından yerine getirilmesini öngörmektedir.

Ekolojik duyarlılığa sahip, özerk, demokratik ve katılımcı yerel yönetimlerin, yerel ve küresel olarak, sosyal ve ekonomik gelişme için önemi her geçen gün daha da fazla anlaşılmaktadır.

Ülkemizde tarım ve tarımsal ürün, kent ve ilçe yerel yönetimleri bakımından ancak gıda ve sanayi hammaddesi olarak şehirlere nakil (lojistik), depolanma ve satış (hal, sabit ve semt pazarları ve perakende satış noktaları) bağlamında önem arz etmiştir. Diğer yerel yönetim birimi olan köy muhtarlıkları ve ihtiyar heyeti ise sadece idari görevleri sürdürmekle görevlendirilmiştir.

1970’li yıllarda belirginleşen, sermayenin serbest dolaşımını temel alan neoliberal küreselleşme, doğanın, toprak su ve havanın metalaştırılma sürecini hızlandırmıştır. Küresel şirketler, bununla da kalmayıp yerel işbirlikçileri de kullanarak, tarım alanları ve tohumun gerçek sahibi olan kır nüfusu ve yerele ilişkin bilgeliğinin nesilden nesile aktarımını engelleyerek, geleneksel tarım kültürünün, küçük çiftçiliğin yok edilmesi, toprak ve tohumun küresel şirketlerin eline geçmesi için çalışmalarına devam etmektedir.

Bu kapsamda, 10/7/2004’te, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi (BŞB) kanunu ile kabul edilen büyükşehirlere, 2014 yerel seçimlerinin ardından, 16 şehir daha eklenerek toplam 30 büyükşehir belediyesi oluşturulmuştur.

Büyükşehir Yasası, küresel güçlerin kırsalı boşaltma, yeni rant alanları yaratma, tarım toprakları, meralar ve doğal kaynaklar üzerinde ticari baskı oluşturma, sermaye için yeni ucuz işgücü yaratma, kırsal araziyi kentsel arsaya dönüştürme, kırsal bölge topraklarını, meraları, kıyıları imara açma ve tarım topraklarını küresel şirketlerin ele geçirebilmesi için uygun ortam yaratama projesi olmuştur. Türkiye'de 2011 yılında yüzde 23,2 olan kırda yaşayan nüfus oranı 2014 yılında bir gecede söz konusu yasa ile yüzde 8'e düşürülmüştür. Böylece kırda oturup ve hala tarımsal faaliyet içindeyken bir gecede kentli olunmuş ve kentlileşme dönüşümü, bir kararla ikame edilerek oluşturulduğundan kent olgusuyla bağdaşmayan yeni bir köylü kentlilik kimliği ortaya çıkmıştır.

Yasa ile yalnızca büyükşehir belediyesi olan illerde değil, diğer illerde de 559 belediyenin nüfusunun 2000`in altına düşmesi nedeniyle kapatılması öngörülmüştür.

Yalnızca nüfus kriterini esas alan bu düzenleme ile yerindelik ve yerelliği gözetmeyen, hizmetin yerelden sağlanması, toplumun kararlara katılması ve yereldeki zengin farklılıklar ile özgünlüklerin korunmasına dair hiçbir değer gözetilmemiştir. Aksine, yönetimde tekçilik ve otoriterliği artırarak, kırsal yaşamın kendine özgü niteliklerini, değerlerini aşındıracaktır. Köylere yönelik, tarımsal üretimin ve verimliliğinin artırılmasını gözetmesi gereken hizmetler ve uygulamalar, kentin öncelikleri içinde geri planda kalacaktır. Ekolojik hassasiyeti bulunan tarım arazileri, meralar, orman alanları ve kıyılar imar mevzuatı ve planlama pratiği kapsamına alınıp amacı dışında değerlendirilecektir.

Büyükşehir sınırlarına dahil edilen köylerde her geçen gün hızla artan tarımsal üretim girdi maliyetlerine içme suyu, atık su, katılım payları v.b. kentsel bedeller ilave olarak tarımsal üretim ve kırda yaşam maliyetlerini artıracaktır.

Tarımsal üretim ve kırsal planlama, kendine özgü kriterleri olan, doğa koşullarına tam bağımlı ve yerellik ihtiva eden bir alandır. Bu nedenledir ki planlama, yönetim ve denetim bakımından demokratik, özerk ve uzman bir kurumsal yapı tarafından yönetilmelidir. Büyükşehir yasası ile tarım kesimi ve tarımsal üretimin yönetiminde iki başlılık, karmaşa kaçınılmazdır. Tarım bakanlığı tarımsal üretime dair planlamalar yaparken, Büyükşehir belediye yönetimleri tarım alanlarında kentleşme bakımından duydukları ihtiyaçlara göre arsa üretme çalışmaları yaparak baskı oluşturacaklardır.

Büyükşehir Yasası esası itibarı ile Anayasa ve bazı özel yasa hükümleri ile çelişkiler ihtiva etmektedir.

Anayasanın, toprak mülkiyetini konu alan 44. maddesinde “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz. Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras hükümleri dışında başkalarına devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir.” hükmü yer almasına karşın BŞB kanunu ile tarım arazileri ve kır kesimi toptan yok sayılmış kentsel planlamanın parçası haline getirilmiştir.

Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması hakkındaki düzenleme olan 45. Madde de ise “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.” Hükmü bulunmasına karşın BŞB kanunu esas itibarı ile köyleri mahalle sayarak amaç dışı kullanma yetkisini BŞB’lerine vermiştir.

Anayasanın 3. Bölümü olan Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler kısmının III. Bölümü olan Kamu yararı başlığı ile belirlenen Kıyılardan yararlanma hakkındaki 43. Madde de “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir.” hükmü bulunmaktadır. Fakat son yıllarda kıyı balıkçılığı, zeytinlikler, sahil şeritleri ve kıyılara yakın tarım alanları, sanayi, enerji, turizm ve imar rantı yaratma hedefleri doğrultusunda yasal düzenleme baskısı altındadır.

18/4/2006 tarihinde kabul edilen 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 1. maddesin de “Bu Kanunun amacı; tarım sektörünün ve kırsal alanın, kalkınma plân ve stratejileri doğrultusunda geliştirilmesi ve desteklenmesi için gerekli politikaların tespit edilmesi ve düzenlemelerin yapılmasıdır.” İfadesiyle düzenlenen amaç ve 2. maddesin de “Bu Kanun, tarım politikalarının amaç, kapsam ve konularının belirlenmesi; tarımsal destekleme politikalarının amaç ve ilkeleriyle temel destekleme programlarının tanımlanması; bu programların yürütülmesine ilişkin piyasa düzenlemeleri, finansman ve idarî yapılanmanın tespit edilmesi; tarım sektöründe uygulanacak öncelikli araştırma ve geliştirme programlarıyla ilgili kanunî ve idarî düzenlemelerin yapılması ve tüm bunlarla ilgili uygulama usûl ve esaslarını kapsar.” ifadesiyle düzenlenen kapsam maddesi mahalle statüsü alan köylerin plan tasarrufları ile bakanlık tasarruflarında kaos yaratarak tarımsal üretim ve tarım kesimini belirsizliğe sürükleyecektir.

5393 sayılı belediye kanununda belediye, “belde sakinlerinin mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan bir karar organı, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mahalli özerkliğe sahip, kamu tüzel kişisi” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım insanı merkeze alarak bütünleşik ve insanın da içinde bulunduğu doğal çevreyi korumayı gözetmeyen, ekosistemin korunmasını ihtiyaç olarak görmeyen bir tanımdır. Yerel yönetimler yerel karar ve uygulamaların küresel ekosistemin korunmasında zincirin bir halkası oldukları bilincini taşımalıdır.

Ülkemiz nüfusu her yıl yaklaşık 1 milyon artıyor. Artan nüfusun güvenli ve yeterli gıda ihtiyacını, gıda egemenliğimizi, tarıma dayalı sanayinin ham madde ihtiyacını karşılamak ve son yıllarda hızla artan tarım ürünleri ve gıda da dışa bağımlılıktan kurtulmak için yeni tarım arazileri üretmek ve verimliliği artıracak olan sulanabilir tarım araziler üretmek için yerel yönetimler tarım alanlarını korumak artırmak ve desteklemek zorundadır.

Tarım alanlarının tarım dışı amaçla kullanılması, sanayi, enerji, turizm ve imara açılma gibi

gerekçelerle tarımsal üretime yönelik işlevine son verilmesi her geçen gün hızlanarak artmaktadır.

Tarım alanlarının amaç dışı amaçla kullanılmasını önlemeye yönelik 3/7/2005 tarihinde kabul edilen 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu”n da bakanlık tarafından topraklarının sınıflandırılması, kullanım plan ve projelerinin hazırlanması çalışmalarının 2 yıl içerisinde (2007 yılı ortalarında) bitirilmiş olması gerekiyordu. Bu çalışmanın bir an önce tamamlanarak Yerel Yönetimlerin tasarruflarına geçen tarım arazilerinin kentleşme baskısından korunması gerekmektedir.

Bu açığı kapatması ve bütünsel bir koruma perspektifi yerine kanun kapsamında kurulan Toprak Koruma Kurulları ile tarım toprakları üzerine yapılacak yatırımlarda parsel bazında, arazinin tarım toprağı olup olmadığı ve sınıfı konusunda kararlar alınmaktadır. Yerel yönetimler, tarım alanlarını önceden planlara tescil edip, arkeolojik sit alanları gibi Nazım İmar Planları ve Çevre Düzeni Planları’n da dikkate alınması suretiyle arazi kullanımına yönelik tarımsal sit alanlarını oluşturularak koruma altına almalıdır. Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin imar planlarında tarım topraklarını koruyucu önlem ve kararlar almalıdır.

Kaçak yapılaşmanın önlenmesi ve tarım topraklarındaki yapılaşmaya ilişkin zımni imar affının derhal durdurulması, yerel yönetimlerin tarım alanlarındaki kaçak yapılaşmaya izin vermemesi gerekmektedir.

Yerel yönetimlerin, tarım topraklarının su ve rüzgar kaynaklı erozyonunun önlenmesi için gerekli düzenlemeleri, plan, proje ve uygulamaları yapması gerekmektedir.

Yerel yönetimler gıda egemenliğinin koruyucusu olmalıdır. Tarım arazilerinin ve üreticilerin yanlış tarım politikaları nedeniyle üretemez hale getirilmiş olmaları tarım arazilerinin rant ekonomisine, tarımımızı ele geçirip çokuluslu sermaye ve yerli ortaklarının eline geçmesine neden olacaktır. Yerel yönetimler bu durumu engelleyecek yönetsel irade göstermelidir.

Anayasanın 171. maddesinde “Devlet, millî ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alır.” hükmü bulunmaktadır. Yerel yönetimler bu hüküm çerçevesinde üreticinin, tüketicinin ve yerel çeşitliliğimizin korunması amacı ile aracı, tefeci, yerli ve yabancı sermaye ye karşı kooperatifçiliği desteklemeli ve korumalıdır.

5179 sayılı bir Gıda Kanunu, tarladan sofraya gıda güvenliği ve hijyeni konularında üretici ve tüketicinin korunması bağlamında gıda maddelerinin kontrolü yetkisini Tarım ve

Köy İşleri Bakanlığı’na vermiştir. Büyükşehir yasası 7. Madde (j) bendi ile “Gıda ile ilgili olanlar dahil birinci sınıf gayrisıhhi müesseseleri ruhsatlandırmak ve denetlemek, yiyecek ve içecek maddelerinin tahlillerini yapmak üzere laboratuvarlar kurmak ve işletmek.” yetkisi bakanlık dışında Büyükşehir Belediyelerine de verilmiştir. Ankara, Çankaya Belediyesi’nin 2005 yılında Danıştay’da açtığı bir davadan çıkan kararla bu yetkiyi artık Belediyeler de kullanabiliyorlar. Yerel Yönetimlerin gıda denetimleri dışında gıda güvenliği ve tüketici hakları bilincini geliştirme çalışmalarını yapmaları öncelikli görevleri olmalıdır.

Sağlıklı gıdaya ulaşım için denetimli, organik-ekolojik pazarlar oluşturmalıdır.

Yerel çeşitliliğimizi yok eden ithal tohum kullanımına son vermek için atalık tohum üretimi ve ıslahı ile bu tohumların korunması ve kullanımının yaygınlaştırılmasına dönük toplumsal duyarlılığı artırmak için tohum şenlikleri ve eğitici etkinlikler düzenlenmeli ve bu alana dönük kollektif yatırımlar desteklenmelidir.

Sanayi, maden, turizm tesislerinin ve kentlerin tarım alanlarında yarattığı su, hava ve toprak kirliliği ve kirleticilere ilişkin alt yapı yatırımlarına öncelik tanınmalı, asbest, toz ve gaz emisyonları konularında farkındalık yaratıcı projeler üretilmeli ve örgün ve yaygın eğitim alanlarında çalışmalar yapılmalıdır. Özel ve kamusal arıtma ve filtrasyon tesisleri ile su havzalarına dair kirletici etkiler tam zamanlı denetim altında tutulmalıdır.

Tarımsal sulama tatlı su tüketiminde en büyük su tüketiminin yapıldığı alandır. Tasarruflu su tüketim mekanizasyonları ve modellerini teşvik etmek ve eğitim vermek yerel yönetimlerin temel görevlerinden biri olmalıdır.

Toprak, üretilemeyen bir doğal kaynaktır. Tarım, orman ve kıyılar bütün bir ekosistemin parçalarıdır. Bu bağlamda, amaç dışı ve yanlış kullanım kadar önemli olan erozyon, gübre ve tarım ilaçları kaynaklı kirlilikle de mücadele programları uygulanmalıdır.

Kentsel tarım uygulamaları için arazi üretimi ve kollektif üreticilere tahsisi için çalışmalar yapmalıdır.

Bitkisel ve hayvansal tarım ile yerel ve güvenli gıdaya ilişkin, özellikle okul öncesi ve ilkokullarda eğitici çalışmalar projelendirmelidir.

Büyükşehir belediye sınırları içinde bulunan tarım alanlarına ulaşım, kolay ve konforlu hale getirilmeli. Kırsalda, köy içi ve dışı yolların durumu, ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetlerinde fırsat eşitsizliği ortadan kaldırılmalıdır. Köylerimizin de bir kentli gibi eşit ve insanca yaşam standardına erişebilmesi için kanalizasyon, enerji, su, elektrik, yol, vb altyapı ihtiyaçları, tarımsal üretimi destekleyen kırsal altyapı tesislerine gerekli önem verilmelidir.

Tüzel kişiliği kalkan köylerin malvarlıkları hak, alacak ve borçlarının mahalle olarak,

katıldıkları belediyeye devredilmesinde, köyün tarımsal üretim amaçlı ortak kullanım

alanlarından Çayır ve Meraların imar kapsamına girmemesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Yerel yönetimler bu duyarlılığı göstermelidir.

5216 sayılı 10/7/2004’te kabul edilen BŞB kanununun görev yetki ve sorumlulukları içeren 7. maddesinin i) bendinde; “Sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak…” denmektedir. Ayrıca aynı madde içinde İlçe belediyelerinin görev ve yetkileri başlığı altında, f) fıkrasına ek yapılarak, (Ek fıkra: 12/11/2012-6360/7 md.) “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler.” denmiştir. Bu faaliyetlerin projelendirilip yürütülebilmesi için belediyelerde Ziraat Mühendislerinin istihdam edildiği tarım müdürlüklerinin kurulması zorunlu hale gelmiştir.

İnsan ve doğal çevrenin bütünlüklü korunması için eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, işbirliği, ortaklık ve katılımcı demokrasi içinde çalışmak gerekiyor. Riskleri kontrol etmek, proaktif olmak gerekiyor. Yerel varlıkları ve değerleri koruyarak uluslararası eşgüdümle çalışmak gerekiyor. Ekolojik sorunlar gibi tarım ve gıda sorunu da artık küresel ve yaşamsaldır. Yerel yönetimlerin temel niteliği, ekosistemin tüm unsurlarına duyarlı ve saygılı bir yönetim anlayışına sahip olmaktır.