ÖLÇÜ 2019 TEMMUZ SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

SU
Murat Kapıkıran, Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi

Hava, su, toprak ve tohum, canlı ve cansız ögelerden oluşan bir ekolojik bütünlük olarak Dünya’nın, varlığını sürdürebilmesi için gereken temel varlıklardır. Sadece insanların değil tüm canlıların ve hatta cansız varlıkların kolektif mülkiyetidir. Ticarileştirilemez ve hiçbir amaç için baskı altına alınamazlar/alınmamalıdırlar.

Dünya’daki toplam su rezervi 1,4 milyar km3’tür. Toplam suyun %97,3’ü tuzlu sular (okyanuslar, denizler), %2,7’sı tatlı sulardır. %2,7 oranındaki tatlı suların 2,1’lik kısmı kutuplarda, buzullar ve kar halindedir. 0,58’lik kısmıda yeraltı sularıdır. Yüzey suları (göller ve nehirler) sadece 0,02’lik kısmıdır. Atmosferdeki su buharı da tatlı suların 0,0001’lik kısmıdır.Yüzey sularının %87’si göller, %11’i bataklıklar, %2’si de nehirlerde bulunur.

Göller ve nehirlerde bulunan %0,02 oranındaki su ve yeraltı sularının ekonomik olarak ulaşılabilen bir kısmı, ticarileştirilme baskısı altındadır. Tüm gürültü, toplam suyun kullanılabilir kısmı olan bu on binde iki oranındaki(280.000 km3) bir avuç suyun kontrolünü ele geçirmek, ticari mal haline getirmek ve para kazanmak için çıkarılmaktadır.

Su savaşları beklentisi de tatlı suyun bu kısmı içindir.

İki Sümer kent devleti, Lagash ve Umma arasında 4500 yıl önce sulamada kullanılacak suların paylaşımı konusunda çıkmış olan savaş, “Su Savaşları”ndan söz eden herkesin değindiği bir olay. Son yüzyılın içinde de Nil, Ürdün, Ganj ve Parana Irmakları, komşu ülkelerin çekişmesine neden olmuştu.

805-1984 yılları arasında suya ilişkin en az 3600 uluslararası anlaşma imzalanmış.BM Genel Sekreteri Kofi Annan da daha 2001’de “tatlı ve temiz su için şiddetli bir yarışın oluşu gelecekte çatışmaların ve savaşların kaynağı olabilir” demişti.

Karşı görüşler de mevcut. Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsü (IWMI) Başkanı Frank Rijsberman, “İşbirliğinin yararları o kadar büyük ki su için savaşılacağını hiç sanmıyorum” diyor.Rijsbermangeçen yıl, BM için hazırladığı bir raporunda Dünyada her üç kişiden birinin suyun kıt olduğu bölgelerde yaşadığını ve 2050 yılında suya talebin ikiye katlanacağını, tarımın, bütün insanların kullandığı suyun yüzde 74’ünü alacağını yazıyordu.

Biyoyakıt üretmek için ek bitkiler yetiştirilmesi ve daha çok erozyon, kuraklık ve taşkına neden olacak olan küresel ısınma ve iklim değişimi de, su sağlama olanakları üzerinde yeni baskılar yaratacak.

İsrail ile su anlaşmalarını yürüten Filistin’liShadadAttilik “Orta Doğu’da su sorununu doğrukoyamazsak bir savaş çıkabilir. Su kıt ve konu su olunca, bu yaşamsal” diyor. Halen Gazze yaşamsal akiferler(?) kirletilmiş ve sağlık sorunları yaratıyor.

1995’te Dünya Bankası Sürdürülebilir Kalkınma Başkan Yardımcısı İsmail Serageldin’in açıkladığı bir raporda, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Hindistan ve Çin’i de kapsayan birçok ülkede “su krizi”nin yükseldiğini,yakın gelecekte, pek çok yerde tarım için toprak yetersizliğinden daha büyük bir kısıtlayıcı olacağını söylüyor.

Su kıtlığı ve kirliliği birçok yoksul ülkenin ekonomik gelişmesini kısıtlıyor. Her 21 yılda ikiye katlanan küresel su talebi karşılanamadığı için doğan toplumsal gerilimler gittikçe kötüleşmektedir.

Günümüzde, tatlı su kaynakları üzerindeki baskılar, tarımsal, endüstriyel ve kentsel (içme ve kullanma) kullanımın ticarete konu edilmesinin her geçen gün artması ile devam etmektedir.

Tatlı olmayan sularda, iklim değişikliği, endüstriyel ve evsel atıklarla artan bir hızla kirlenmektedir. Bu hızla gidilirse, denizler ve okyanuslarda, 2050 yılında plastik atık miktarının balık miktarını geçeceği bildirilmektedir.

Su kıtlığı çeken, denize kıyısı bulunan zengin ülkeler tatlı su ihtiyaçlarını, enerji ve dolayısı ile para harcayarak, deniz suyunu arıtarak elde etmeye başladılar bile.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World WideFundfor Nature ya da kısaca WWF); “Türkiye, kişi başına kullanılabilir su miktarı göz önünde bulundurulduğunda, su stresi çeken bir ülke olarak kabul edilir” diyor. Ülkemizde, 1.519 m3 olan kişi başına düşen su miktarının, nüfusun 100 milyon olacağı tahmin edilen 2030 yılında 1100 m3’e düşeceği ve su fakiri bir ülke olacağımız öngörülüyor. Bugün tatlı su kaynaklarımızın %74’ü tarımda, %15’i evsel kullanımda ve %11’i de sanayide kullanılıyor.

TÜİK’in 2014 Belediye Su İstatistikleri raporunda, kişi başı çekilen günlük ortalama su miktarını 203 litre olarak hesaplamıştı. Üç büyük şehirde, çekilen kişi başı günlük ortalama su miktarını, İstanbul için 181 litre, Ankara için 211 litre, İzmir için 180 litre olarak belirtmişti.Avrupa Birliği üyesi ülkelerde bu oran ortalama 150 litre/gün civarındadır ve alınan önlemler ile daha da azalmaktadır.

Kişi başına düşen günlük gıda ihtiyacı için 2000- 5000 litre arasında değişen su miktarına ihtiyaç bulunmaktadır. Bir kilo pirinç üretmek için 1000 ile 3000 litre arası su harcanırken(1 kg pirinç için su ayak izi), bir kilo sığır eti (hububat ile beslenmiş) üretebilmek için 13000-15000 litre su tüketilmektedir.

Dünyada tarımsal sulama yapılan alan büyüklüğü yaklaşık 300 milyon hektardır.Bu rakam tarım alanlarının %20’sini oluşturmaktadır. Ekilebilir alanların yüzde 80’ininde kuru tarım yapılmaktadır. Sulama birçok üründe verimi 1 ile 4 kat arasında artırmaktadır. Sulu tarımın dünya gıda üretimdeki payının %40 olacağı tahmin edilmektedir. Buna karşın “Hükümetler arası İklim Değişimi Paneli”, 2020 yılı itibariyle yağmura bağımlı tarımda (kuru tarım)verimin %50 oranında düşeceğini öngörmektedir.

Tarımsal üretimde su tasarrufu sağlayacak sulama tekniklerine bir an önce geçilmelidir. Dünyada yaklaşık 700 milyon insan, 43 farklı ülkede su kıtlığı çekiyor. 2,7 milyar insan ise yıl içerisinde en az 1 ay su kıtlığı yaşayan havzalarda yaşamını sürdürüyor.

Ülkemizde, denizler ve tatlı sular, endüstriyel ve evsel atıklarla giderek artan miktarda kirletilirken, bir yandan da iklim değişikliğinin tatlı su rezervlerinin azalmasına neden olan etkileri de hızla artmaktadır.

Son 50 yılda Van Gölü’nün 3 katı büyüklüğünde, 1,3 milyon hektar sulak alan kaybedilmiştir.

Su savaşı, suyun ticarileştirilmesine karşı çıkan halk kesimleri ile suya el koymaya kararlı kapitalistler arasında başladı bile. Bolivya’da, Brezilya’da, Arjantin’de, Hindistan’da, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, İtalya’da, İstanbul Maden Mahallesi’nde, Çorlu’da, Beyşehir’de, Rize’de, Munzur’da, Hasankeyf’te bu savaşının örnekleri izleniyor. Bu savaş, çok kararlı ve örgütlü olarak kazanılabilir ancak. Su kaynaklarının özelleştirilerek ticarileştirilmesi, evsel ve endüstriyel atıklarla kirletilmesine müsaade edilmesi, iklim değişikliğine karşı su kaynaklarının korunması için etkin önlemlerin alınmaması ve HES’ler ile yöresel ekosistemlere müdahale edilmesine dur diyebilmek için sesimizi yükseltmeliyiz. Aksi halde birkaç yıl içinde su kıtlığı yaşayan ülkeler kervanına katılmak durumunda olacağız.

1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 22 Mart’ı “Dünya Su Günü” olarak ilan etmiştir.

Su kaynaklarınınkollektif mülkiyetinin korunması, ticarileştirilme baskılarıyla mücadelenin yükseltilmesi ve su tüketiminde tasarruf duyarlılığının artması dileğiyle...