ÖLÇÜ 2019 TEMMUZ SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

HAYVANCILIKTA NEREDE YANLIŞ YAPILIYOR?
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu

1- HAYVANCILIK POLİTİKAMIZIN TARİHSEL SÜRECİ

a. 1980 Öncesi

Ülkemizde gerçek anlamda bir et sanayinin kurulması düşüncesi 1936 yılında gerçekleştirilen sanayi kongresinde ilk kez dile getirildi. Bu konudaki çalışmalara çeşitli nedenlerle ancak 1949 yılında başlanabildi. Sonuçta, 1952 yılında hayvancılığın geliştirilmesi ve verimliliğin artırılması amacıyla Et ve Balık Kurumu (EBK) kuruldu. Ülkenin çeşitli yerlerinde kombinalar açıldı. Ardından, yem konusunu istikrarlı bir zemine oturtmak, hazır yem üretmek üzere var olan yem çeşitlerini ve kaynaklarını işleyip, bu maddelerin tedarik, imal ve ticaretini yapmak, amaca uygun her türlü tarımsal ticari ve sınai girişimlerde bulunmak, özel sektörle iş birliği ve ortaklık yoluna gitmek amaçlarıyla 1956 yılında Yem Sanayi Türk AŞ (YEMSAN) kuruldu. Bu kurumun açtığı yolda 1964 yılından itibaren özel sektör de yem fabrikası kurmaya başladı. Hayvancılık, et ve yem üretiminde verim ve kalite çabalarından sonra sıra süte gelmişti. 1963 yılında üretilen sütü işlemek için tesisler kurmak, özel sektörü özendirmek üzere ona önderlik etmek, kooperatifleşmeyi özendirmek (639 sayılı KHK ile 2011 yılında Tarım Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması sonucunda “kooperatifçiliği teşvik etmek” görevleri arasından çıkarıldı), eğitim ve araştırma yapmak, üreticinin desteklenmesini sağlamak, kalite ve verimin artırılmasını sağlamak, işlenen ürünleri yurt içinde ve dışında satmak amacıyla Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) kuruldu.

Kurulan bu tarımsal KİT’ler üretimi, verimi ve kaliteyi teşvik etti, üreticinin ucuz girdi kullanarak daha çok kazanmasını, tüketicinin ucuz ve güvenilir gıdaya ulaşmasını sağladı.

b. 1980 Sonrası

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ABD ve İngiltere ile eşzamanlı olarak ülkemizde uygulamaya konan neoliberal politikalarla serbest piyasa ekonomisine geçildi ve tarım alanındaki kamu kurumları yeniden yapılandırıldı. Bu doğrultuda 1984 yılında Tarım Bakanlığı’nın pek çok kurmay kurumu (Ziraat İşleri, Zirai Mücadele, Hayvancılığı Geliştirme, Gıda İşleri, Veteriner İşleri, Su Ürünleri, TOPRAKSU Genel Müdürlükleri) kapatıldı. Eş zamanlı olarak iç piyasayı terbiye etmek adına hayvan ve havyasal ürün ithalatı iç üretime balta vurdu. Terör olayları nedeniyle doğu ve güneydoğu bölgelerimizdeki meraların yasaklanması hayvancılığı geriletti.

Bu yıllarda halkımız özelleştirme kavramı ile tanıştı. Önce zarar eden KİT’ler satılacaktı. Ancak, uzun yıllar zarar eden bir kit bulunamadı. O zaman KİT’lerin zarar ettirilmesine karar verildi ve 1990’lı yıllarla birlikte özelleştirmeler başladı. Örneğin, 1993-1995 yılları arasında YEMSAN özelleştirildi. Kurum faiz yükü ile zarar ettirildi. 1989 yılına kadar zarar etmeyen kurumun 1992 yılındaki zararı 55 bin TL iken ödediği faiz 75 bin TL idi. Özelleştirilen fabrikaların yarıdan fazlası kapatıldı. Yem fabrikaları ülkenin batısına yığıldı.

1993-1998 yılları arasında SEK özelleştirildi. Bu kurumun da pek çok KİT gibi kuruluş sermayesi verilmeyerek, özel bankalardan yüksek faizli kredi almaya zorlandı. Tüm kârı özel bankalara aktarılarak batırıldı. Sektör yerli ve yabancı 6 holdinge teslim edildi. Süt fiyatları sürekli artarken, çiğ süt üreticisinin kazancı çoğu zaman maliyetin altında kaldı. Özelleştirmenin etkilerine bir örnek vermek gerekirse, Kars süt fabrikasının satılışından kısa süre sonra makineleri söküldü ve fabrika kapatıldı.

1995-2000 yılları arasında EBK özelleştirildi. Kurum faiz yükü ile zarar ettirildi. 1987 yılında zararı 9 bin TL iken 1991 yılında 55 bin TL’ye, 1992 yılında ise 186 bin TL’ye yükseldi. Aynı yıl faiz gideri 754 bin TL idi. Özelleştirilen kombinaların çoğu kapatıldı. Devletin elinde sadece 7 kombina kaldı. Piyasanın ancak %1’ine hakim olabilen bu kombinalar üretimi ve fiyatları yönlendiremedi. EBK özelleştirmelerine de bir örnek vermek gerekirse, Ankara Yenimahalle’de 100 dekar bir alan üzerinde kurulu bulunan kombina, amacı doğrultusunda kullanacaklarını söyleyen bir grup iş adamına 29,2 milyon dolara satıldı. Satışın hemen ardından bu iş adamları, arazinin yarısını yıllığı 10,5 milyon dolardan Koç Holding bünyesindeki Migros’a kiraladı. Araziye Ankara’nın ve Balkanların en büyük alışveriş merkezi kuruldu. Uyanık iş adamlarımız, alışveriş merkezinin içindeki 100 mağazadan kendilerine verilen 70 mağazayı da yıllığı 15 milyon dolardan kiraya verdi. Ayrıca, arazinin kalan diğer yarısını da 100 milyon dolara bir Alman şirketine satıldı.

2- AKP DÖNEMİ HAYVANCILIK POLİTİKASI

AKP’li yıllarda da hayvancılık sektörü için oldukça büyük hatalar yapıldı. Geçinmekte zorluk çeken çiftçilere yönelik olarak 2003 yılında Kırsal Alanda SosyalDestek Projesi uygulamaya kondu. Ekonomik olarak zor durumda olduğunu belgeleyen çiftçilere kurdukları kooperatifler üzerinden ikişer inek dağıtıldı. Proje çerçevesinde bir çiftçi diğerine, kooperatif ise tüm çiftçilere kefil oldu. Bu amaçla 400 milyon TL’lik kredi kullanıldı. Ancak, çiftçilerin pek çoğu kredi geri ödemesini bitiremeden hayvanını kaybetti. Borcunu ödeyebilen çiftçilerin pek çoğu, borcunu ödeyemeyen çiftçilere kefilliklerinden dolayı sıkıntılı günler yaşadı.

2005 yılında, hayvancılık sektöründe hedefleri belirleyen “Hayvancılık Stratejisi 2005-2013” belgesi açıklandı. Buna göre kültür ırkı sağmal inek sayısının 4,6 milyon baştan 6 milyon başa, çiğ süt üretiminin 10 milyon tondan 23 milyon tona, endüstride işlenen süt oranının %20’den %80’in üzerine, kırmızı et üretiminin 800 bin tondan 1,3 milyon tona, kişi başına et tüketiminin 10 kilodan 16 kiloya, yem bitkileri ekim alanının 1,2 milyon hektardan 4 milyon hektara, ot üretiminin 23 milyon tondan 70 milyon tona çıkarılması hedefi kondu.

2007 yılında yaşanan kuraklık ve genel seçim önemli bir dönüm noktası oldu. Girdi maliyetleri hızlı bir şekilde yükseldi. Çiğ süt fiyatları yem fiyatlarının gerisinde kaldı. Diğer taraftan tarım desteklerinin neredeyse tamamı seçim öncesinde dağıtıldı. Bu dağıtımdan hemen hemen hiç pay alamayan hayvan üreticisinin alacağı 2008 bütçesine bırakıldı. 750 TL olarak öngörülen hayvancılık destekleri verilen sözlerle 1,2 milyon TL’ye ulaştı.

2008 yılının büyük bölümünde kuraklık yine devam etti. Buna karşın, hayvancılık desteklerini artırmak yerine aşağı çekebilmek için birçok kalem destek kaldı, hayvan başına destek modeline geçildi. Bu kapsamda 15 Nisan 2008 tarihli Resmi Gazete’de (RG) “Hayvancılığın Desteklenmesi Hakkında Karar” yayımlandı. Karar’a göre hayvan başına melez ırklar için 300 TL, saf ırklar için 350 TL, hastalıktan ari ırklar için 400 TL, manda başına 300 TL, damızlık koyun ve keçi başına da 10 TL ödeme yapılacaktı. Ancak, üzerinden daha 1,5 ay geçmişken bu karar 24 Mayıs 2008 tarihli RG’ de yayımlanan yeni bir kararla değiştirildi. Irk kavramı kaldırılarak destekler 50 TL aşağı çekildi. Ayrıca, sayı sınırı getirildi. En az 5 en çok 200 hayvana tam destek yapılacak, 200- 500 baş arası için desteğin %50’si, 500 baş üzerine ise %25’i verilecekti. Bu kararla ekonomik açıdan zor durumda olan çiftçinin aldığı 2 inek destekleme kapsamı dışında bırakılmış oldu. Diğer yandan ilk kararda süt pirimi tamamen kaldırılırken, yeni kararla 4 kuruş pirim verileceği belirtildi.

Bu karardan da yaklaşık 20 gün sonra, 13 Haziran 2008 tarihli RG’ de “Hayvancılığın Desteklenmesi Hakkında Uygulama Esasları Tebliği” yayımlandı. Bu tebliğ destekleri alabilmenin hiçte kolay olamayacağını gösterdi. Destekten yararlanacak anaç ineğin 2008 yılında doğum yapması şartı getirildi. Buzağının hangi suni tohumlama ile doğduğunun belgelenmesi, destekten yararlanacak ineğin aşılarının tam ve belgeli olması gerekiyordu. O güne kadar herhangi bir belge zorunluluğu olmadığından pek çok çiftçi belge almamış, alanlar da saklamamıştı.

30 Ocak 2009 tarihli RG’ de yayımlanan “Tarımsal Desteklemelere İlişkin Bazı Bakanlar Kurulu Kararları Uyarınca 2009 Yılı Bütçesinden Yapılacak Desteklemelerin Birim Fiyatlarından %10 Kesinti Yapılması Hakkında Karar” ile anaç sığır ve manda desteği 250 TL’den 225 TL’ye, koyun keçi desteği de 10 TL’den 9 TL’ye düşürüldü. 4 kuruşluk süt pirimi de 3,6 kuruşa indirildi. Sonuç olarak, 2009 yılı bütçesinde hayvancılık destekleri 908 milyon TL’ye geriledi.

2007-2008 yıllarındaki kuraklık ve girdi fiyatlarındaki artışa karşın, yapılan önemli hatalar sonucunda yaklaşık 1 milyon süt ineği ve 250 bin damızlık hayvan kesime gitti. Bu kötüye gidiş Tarım Bakanı tarafından, yanlış bir bakış açısıyla, kırmızı et üretiminde artış olarak değerlendirildi. Aynı yıl yürürlüğe giren GDO yönetmeliği nedeniyle ülkeye mısır ve soya ithalatı durma noktasına gelince yem fiyatları daha da artış gösterdi.

Üst Üste Yapılan Hatalar ile İthalatın Önünü Açtı

2010 yılına gelindiğinde yapılan 3 hayvan sayımının ardından Tarım Bakanı Eker, yeterli besi hayvanı bulunduğunu ve ithalata gerek olmadığını açıkladı. Bu açıklamanın üzerinden bir ay bile geçmeden 30 Nisan 2010 tarihli RG’ de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile kasaplık canlı hayvan ve et ithalatının önü açıldı. Bu noktadan sonra Türkiye’nin hayvancılık politikası gümrük vergisini indirmeye ve yükseltmeye endekslendi. Hatta Türkiye tarihinde ilk kez kurbanlık ithalatı yapıldı.

Bir yandan ithalat yapılmaya çalışılırken, diğer yandan sektöre Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri vasıtasıyla 1.8.2010 tarihinden itibaren sıfır faizli kredi sağlandı. Artan et fiyatları ve verilen kredinin cazibesiyle para kazanma peşine düşen sektör dışından pek çok kişi, hayvancılık işletmeleri kurdu. Finansal anlamda güçlü olan bu kişiler, yem bitkileri üretimini düşünmediklerinden yem açığı giderek büyümeye, fiyatlar da yükselmeye başladı. Her ne kadar sıfır faizli kredi kullansalar da hayvan fiyatlarının iki katına çıkmış olması kredinin avantajını ortadan kaldırdı.

Türkiye ile AB arasında 1998 yılında yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında Türkiye, birlik ülkelerinden her yıl 19.500 ton kırmızı et, 3.500 ton besilik büyükbaş hayvan ithal edeceğini taahhüt etmişti. Ancak Türkiye, et ithalatına dönük taahhütlerini hem Avrupa’da yayılmaya başlayan deli dana hastalığı hem de iç piyasadan gelen büyük tepkiler nedeniyle yerine getirmedi. Canlı hayvan ve karkas et ithalatının başlamasıyla AB ülkelerinden de alım yapılmaya başlandı. Yapılan ithalat, “deli dana hastalığı” riskini de ortaya çıkardı. Zira, Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü verilerine göre alım yaptığımız AB ülkelerinde ya devamlı ya da aralıklarla deli dana hastalığı görülmektedir.

Türkiye’de 2012 yılına gelindiğinde bir ilk daha yaşanmış ve saman ithalatı yapılmıştır. Durum yaşanan kuraklığa bağlanmıştır. Sorunu sadece kuraklığa bağlamak ve gerçekleri görememek, yanlış politikaları devam ettirerek sektörü daha da kötü bir duruma sürüklemektedir. Zira tarım arazilerimizin %75’inde buğday tarımı yapılmaktadır. Dolayısıyla samanın da en büyük hammaddesi buğday sapları olmaktadır. Bu noktada ülkemizde uygulanmakta olan tarım politikalarının ciddi anlamda gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Samana Bile Muhtaç Kalındı

AKP iktidarı süresince uygulanan tarım politikaları sonucu, tarım arazileri yaklaşık 30 milyon dekar küçüldü. Bu alan Belçika’nın toplam yüzölçümüne eşit bir alan olup AB içindeki 5 ülkenin yüzölçümlerinden daha büyük bir alanı oluşturmaktadır. Diğer yandan buğday ekim alanları da aynı süreçte yaklaşık 17 milyon dekar daralmıştır. Tüm bu olumsuzlukları görmeksizin hayvan sayıları artarken saman tedarikinde meydana gelen aksamaları sadece kuraklığa bağlamak, ilerleyen süreçte daha da derin sorunların karşımıza çıkmasına neden olacaktır.

Hayvan besleme konusunda asıl odaklanılması gereken nokta, hiçbir besin değeri olmayan saman değil, kaliteli kaba yemi oluşturan yem bitkileri olmalıdır. Başta yem maliyetleri olmak üzere üreticinin son derece zor günler yaşadığı ve hayvanlarını kesime gönderdiği bir dönemde, yem bitkileri destekleri artırılmak yerine yarıya düşürülmüştür.

Türkiye, 2012 yılında ithal ettiği, hiçbir besin değeri olmayan yaklaşık 1.569 ton samana yaklaşık 550 bin TL ödeme yapmıştır.

Yem bitkileri desteklerindeki azalmaya paralel olarak hayvan beslenmesinde son derece önemli yer tutan kimi bitkilerin kuru ot üretiminde de belirgin düşüşler yaşanmıştır. Kuru ot olarak yonca üretimi 2011 yılında üç yıl öncesine göre yaklaşık %38, korunga üretimi %48, fiğ üretimi %51, burçak üretimi %65 ve üçgül üretimi %96 azalış göstermiştir. Toplamda ise azalış ortalaması %43 olarak gerçekleşmiştir.

İthalat ile Övünen, Mehdi Eker

Tarım Bakanı Eker, hayvancılıkta tüm göstergelerin negatife doğru gittiği bir dönemde TBMM’de yaptığı 2011 yılı tarımsal destekleme bütçesi ile ilgili konuşmasında, hayvancılık desteklerini 2011 yılında bütçeye hiçbir yük getirmeden 450 milyon TL artıracaklarını, desteğin kaynağını canlı hayvan ve et ithalatından elde edecekleri vergilerle karşılayacaklarını ifade ediyordu. Bu talihsiz konuşmadan da anlaşılacağı üzere ithalat devam edecekti.

2010-Temmuz 2017 arasında ithal edilen 2,5 milyon baş sığır için 3,8 milyar dolar, 2,2 milyon baş koyun için 237 milyon dolar ve 219 bin ton sığır eti için 1 milyar dolar ödendi. Toplam 5 milyar dolarlık ithalat yapıldı.

İthalat Fiyat Artışını Durdurmadı

Fiyatların artmasıyla başlayan ithalat serüveni, fiyatları bir miktar aşağı çekse de politikasızlığın bir sonucu olarak fiyatlar tekrar yükselmeye başladı. 2010 yılı ortalarında kıymanın kasaptaki fiyatı 18,50 TL iken günümüzde 44 TL’ye kadar ulaşarak %138 artış gösterdi. Canlı sığır ithalatında hayvanın kilogramı 2010 yılında 6.35 TL’ye alınırken 2017 yılında 14 TL oldu. Artış %120 civarındadır. Kırmızı ette de durum benzerdir; 2010 yılında 7.27 TL’den alınırken 2017 yılında 12.90 TL’ye yükselerek %77 artış göstermiştir.

Et Üretimimiz Süt Hayvancılığımız ile Bağlantılıdır

Ülkemizde kırmızı et üretimi, süt hayvancılığıyla yakından bağlantılıdır. Önce hayvanın sütünden yararlanılır. Doğurduğu erkek hayvanlar ve ekonomik süt üretimi biten dişi hayvanlardan da kesime gönderilerek et üretimi sağlanır. Bu nedenle çiğ süt fiyatları, yani üreticinin eline geçen fiyat önem arz etmektedir. Süt üreticisinin üretimini devam ettirebilmesi için 1 lt çiğ süt ile en az 1,5 kg yem alabilmesi gerekir. Ülkemizde oluşan süt fiyatları ile genellikle 1 lt süt ile 1 kg yem anca alınabilmektedir.

Ulusal Süt Konseyi verilerine göre Ocak-Haziran 2017 dönemi için sütün maliyeti 1.08 TL, bu dönemde sütün litresi için çiftçiye ödenen ise 1.21 – 1.30 TL’dir. Sütün eylül ayı maliyeti 1.12 TL iken en kaliteli süt için tavsiye edilen ücret 1.40 TL olmuştur. Bu veriler ışığında süt üreticisinin de memnuniyet içinde üretim yapamadığı, bunun da kırmızı et üretimine olumsuz yansıdığı açıktır.

Satılık İşletmeler Çoğaldı

AKP iktidarının uyguladığı hayvancılık politikaları “Hayvancılık Stratejisi 2005-2013” belgesinde belirtilen hedefleri sağlamaktan son derece uzaktır. AKP’nin iktidara geldiğinde 50 baş ve yukarısı hayvana sahip tarım işletmeleri sayısı 4.300 iken günümüzde 28 binin üzerine çıkmıştır. Buna karşın çiftçi aleyhine gelişen tarım politikalarının sonucu olarak tarımdan kopan nüfus nedeniyle hayvan sayısında bir türlü istenilen artış sağlanamamıştır. Mevcut hayvancılık politikalarına artık dayanamayan en büyük hayvancılık işletmeleri dahi kapanmaya başlamış yahut satılığa çıkmıştır. Orta ve küçük ölçekli işletmelerin ise ne durumda olduğu bilinmemektedir.

Müdahale Kurumu Eksikliği

Ülkemiz hayvancılığının yaşadığı kargaşaların en önemli nedenlerinden biri üretimi yönlendirecek ve destekleyecek bir müdahale kurumunun bulunmayışıdır. Kendi çiftçimiz yararına olacağı zaman kaynağı sorgulanan desteklerin çok daha fazlası ithalata aktarılmakta ve kaynak hesabı yapılmamaktadır. Bir zamanların en önemli KİT’lerinden EBK, günümüzde üretim ve kalite için değil, ithalat için görevlendirilen bir kurum haline gelmiştir.

1980’lere kadar canlı hayvan ve hayvansal ürünlerin üretilmesi ve pazarlanmasında YEMSAN, EBK ve SEK çok önemli bir rol oynadı. Günümüzde ise canlı hayvanların pazarlanması belediye hayvan pazarları, panayırlar, yöresel hayvan pazarları ve hayvan borsalarında olmaktadır. Süt ve süt ürünleri ile et ve et ürünlerinin üreticiden tüketiciye ulaşım sürecinde ise çok sayıda ve karmaşık aracılar bulunmaktadır.

AB’de özellikle süt ve süt ürünleri ile et ve et ürünlerinin pazarlanmasında kooperatifler, canlı hayvanların pazarlanmasında ise yetiştirici birlikleri rol oynamaktadır. Kasaplık hayvan ve et pazarlamasında tüketicinin ödediği fiyatın Fransa’da %57’si, Almanya’da %64’ü, İtalya’da %66’sı, Hollanda’da %75’i üreticinin eline geçerken ülkemizde %40’ı üreticinin eline geçmekte; %60’ı aracıda kalmaktadır.

Süt ve süt ürünlerinin pazarlanmasında kooperatifler İrlanda’da %97, Finlandiya’da %96, İsveç ve Danimarka’da %95, Avusturya’da %94, Hollanda ve Portekiz’de %82 ve Almanya’da %70 oranında pazar payına sahiptir. Etin pazarlanmasında ise kooperatifler İrlanda’da %70, Danimarka’da %62, Finlandiya’da %69, Hollanda ve İngiltere’de %35, Fransa’da %34 ve Almanya’da ise %30 oranında pazar payına sahiptir. Ülkemizde bu oranlar, %5’i dahi bulmamaktadır. Ülkemizde kooperatif örgütlenmeleri bulunmakla birlikte güçlü bir kooperatif yapı oluşturulmasına şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.

AB 1960’ların başında Ortak Tarım Politikasını (OTP) uygulamaya koydu. Bununla tarım sektöründe verimliliğin artırılmasını, tarımda çalışanların gelirlerini yükseltilmesini, tarım piyasalarının dengeye getirilmesini, tarım ürünleri arzının garanti edilmesini ve tarım ürünlerinin tüketiciye uygun fiyatlarla ulaştırılmasını hedefledi. OTP’nin temel ilkelerinden Tek Pazar İlkesi; malların üye devletler arasında serbest dolaşımın sağlanmasını, ortak fiyat ve rekabet kurallarını kapsıyordu. Diğer bir ilke olan Topluluk Tercihi İlkesi çerçevesinde topluluk kendi üretimine öncelik verecek, iç pazar düşük fiyatlı ithalata karşı ve dünya piyasalarındaki dalgalanmalara karşı korunacaktı. Mali Dayanışma İlkesi ile de tarım alanında ortak bir politika belirlenmesi ve bu amaçla gerekli harcamaları karşılayabilecek bir finansman kaynağının oluşturulması hedeflendi. Bu hedefe yönelik olarak Avrupa Tarımsal Yönlendirme ve Garanti Fonu kuruldu. İlk zamanlarda bütçesinin %70’ini tarımsal desteklere ayıran AB, halen bütçesinin %45-55’ini tarımsal desteklere ayırmaktadır. Ülkemizde ise bu oran %2-2,5 arasında değişmektedir.

AB’de tarımsal üretimin ve çiftçi gelirinin istenilen seviyede tutulması, desteklenmesi, dış ticaret politikalarının belirlenmesi amacıyla OTP’nin üç temel ilkesi çerçevesinde her üretim sektörü için ayrı olmak üzere “Ortak Piyasa Düzenleri” (OPD) oluşturuldu. OPD kapsamında yer alan 23 tarım ürününden biri olan hayvansal ürün grupları içerisinde süt ve süt ürünleri, sığır-dana eti, koyun-keçi etleri, kümes hayvanları etleri, yumurta, domuz eti, kurutulmuş hayvan yemleri ve ipekböceği vardır. Her bir OPD için de bir müdahale kurumu bulunmaktadır.

Bugün Türkiye’nin en büyük sorunları et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri ile yem bitkileri konusunda piyasaya müdahalede bulunabilecek bir kurumun var olmamasıdır. Ulusal Süt Konseyi kurulurken bu amaç göz ardı edilmiş, etkisiz bir kurum olarak ortaya çıkmıştır. EBK da bugünkü durumu itibarıyla müdahale kurumu yapısından ziyade ithalatla görevlendirilmiş bir kurum hüviyetindedir. Et, süt ve yem üretimini sağlıklı bir zemine oturtacak bir müdahale kurumunun derhal oluşturulması gereği, önemli bir noktadır. Diğer önemli bir nokta ise üreticinin örgütleri olan kooperatiflerin ve yetiştirici birliklerinin AB’deki gibi güçlü bir yapıya kavuşturulması olmalı; üretici ile tüketici doğrudan buluşturulmalıdır. İthalat yolu çok zorda kalınmadığı sürece düşünülmemeli, ithalata kaynak aktarmak yerine üretime ayrılan kaynaklar artırılmalı, çiftçiye hak ettiği değer verilmelidir. Bunun yanında gerek besicilikte gerekse süt hayvancılığında en büyük masrafı oluşturan yem girdilerinin ucuza mal edilmesi gerekmektedir. Buna paralel olarak doğu ve güneydoğudaki yasaklı meralar, hayvanlarımızın hizmetine açılmalıdır. Sektöre sağlanan kredilerin takibi yapılmalı, amacı doğrultusunda kullanılması ve üretime sağlıklı bir şekilde yönlendirilmesi için Tarım Bakanlığı tarafından ücretsiz teknik destek sağlanmalıdır. Damızlık materyal üreten TİGEM’e bağlı işletmeler, turizm planları çerçevesinde yapı kooperatiflerine sunulmaya çalışılmak yerine amacı doğrultusunda daha verimli bir şekilde kullanılmalıdır. Sağlıklı bir nesil yetiştirilmesi ve süt arzının sağlıklı bir düzleme oturabilmesi için Okul Sütü Programı daha düzenli ve kesintisiz uygulanmalı, kapsam asker sütü programı ile genişletilmelidir. Uzun vadeli hayvancılık stratejileri belirlenmeli, bu strateji günübirlik politikalarla değiştirilmemeli, üretici uzun vadede ileriyi görebilmelidir.

Sonuç

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Kırmızı Et Stratejisi 2015 raporu tüm bu politikalara çok net ışık tutmaktadır.

Rapora göre 2013 yılı itibarıyla kaba yem ihtiyacımız 73,6 milyon ton, üretimimiz 58,6 milyon ton; açığımız ise 15 milyon tondur. Karma yem ihtiyacımız ise 9 milyon ton, üretimimiz 4 milyon ton ve açığımız 5 milyon tondur. Ürettiğimiz kaba yemin hammaddesinin %50’sini yurtdışından GDO’lu temin etmekteyiz.

Yem konusundaki acı tablo ortada iken torba yasalar içerisine meraların amaç dışı kullanımlara açılması istisnalarının inatla konmaya çalışılması da anlaşılamaz bir durumdur. Meralarımızın betonlaşmaya değil ıslah edilmeye ihtiyaçları vardır.

Görüldüğü üzere hayvancılığını geliştirmek isteyen Türkiye, öncelikle yem ihtiyacını karşılayabilmelidir.

Raporda önemle vurgulanan bir nokta da ithalatın hiçbir sorunu çözmediğidir. Fiyat artışını durdurmamıştır. Demek ki halkımızın kırmızı ete kolaylıkla erişebilmesi için ithalat değil, üretim yapmamız gerekmektedir.

Türkiye, bulunduğu coğrafya dolayısıyla büyükbaştan ziyade küçükbaş hayvancılığa uygundur. Bu gerçek ön plana çıkarılarak küçükbaş hayvancılık yaygınlaştırılmalıdır.

En önemli sorunlarımızdan biri de yavru ölümleridir. Her yıl 500 bin ile 1 milyon arasında değişen yavru ölümleri yaşanmaktadır. Sadece bu ölümleri azaltmak, ithalat bağımlılığımızı bitirecektir.

Tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi çiftçilerimizin kooperatif çatısı altında toplanması ve işlenmiş ürünlerin bu mekanizma sayesinde doğrudan tüketici ile buluşturulması tüketicinin hayvansal gıdalara daha ucuza ulaşmasını sağlayacaktır.

Kaynakça

Akman, N. ve ark. 11-15 Ocak 2010. Türkiye Sığırcılık İşletmelerinin Yapısı ve Geleceğin Sığırcılık İşletmeleri. Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını.

Anonim. 2008. Türkiye Kırmızı Et Sektör Değerlendirmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler, Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yayını.

Anonim. 2008. Süt Sektörünün Değerlendirilmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yayını.

Anonim. Özelleştirme Suç Dosyası. Petrol-İş Sendikası Yayını. Boratav, K. 2003. Türkiye İktisat Tarihi 1908-2003. İmge Kitabevi.

Ertuğrul, M. ve ark. 11-15 Ocak 2010. Türkiye Küçükbaş Hayvancılığının İyileştirilmesi, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını.

Günaydın, G. 2010. Tarım ve Kırsallıkta Dönüşüm. Tan Yayınları. Günaydın, G. 2003. Küreselleşen Piyasa Yoksullaşan Köylü, Liberal Reformlar

ve Devlet, KİGEM Yayını.

Oral, N. 2006. Türkiye Tarımında Kapitalizm ve Sınıflar. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını.

Saçlı, Y. 2007. AB’ye Uyum Sürecinde Hayvancılık Sektörünün Dönüşüm İhtiyacı. İktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü, DPT Uzmanlık Tezi, Yayın No: DPT:2707.

www.etfiyat.com
www.faostat.fao.org
www.muhasebat.gov.tr
www.resmigazete.gov.tr
www.tarimdunyasi.net
www.tuik.gov.tr
www.tusedad.org
www.ulusalsutkonseyi.org.tr