ÖLÇÜ 2020 ARALIK SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

SALGINA, SÖMÜRÜYE, BASKILARA DİRENMEK İÇİN

Nusret Suna

İnşaat Mühendisleri Odası

İstanbul Şube Başkanı

Ölçü dergisi için yazının kaleme alındığı günlerde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, aralarında TMMOB’nin de yer aldığı meslek odalarını bir kez daha hedef gösterdi. Erdoğan meslek odalarıyla ilgili mevzuat değişikliğini Meclis gündemine getireceklerini ifade etti. Ölçü arşivinde yer alması için hatırlatalım: 14 Ekim 2020 tarihinde partisinin grup toplantısında konuşan AKP Genel Başkanı Erdoğan “Çoklu baro sisteminde yapıldığı gibi aynı çalışmayı TBB ve diğer meslek odalarında da yapmak durumundayız.” dedi.

Bu açıklama yeni değildi bizler açısından. Hatırlanacaktır, 2010’lu yıllarda birkaç kez gündeme getirilen mevzuat değişikliği, Birliğimizin tavrı ve kamuoyu tepkisi nedeniyle hayata geçirilemedi. Şimdi yeniden gündeme getirilmesinin ve hatta TBB ile ilgili mevzuat değişikliğinin gerçekleştirilmesinin iktidarın şu anda ki durumuyla doğrudan ilgili olduğu söylenmelidir.

Evet, iktidar sallanmaktadır. Özellikle pandemi koşullarında meslek odalarına dönük girişimlerin hız almasının, toplumsal muhalefetin şiddetle bastırılmasının siyasi literatürdeki karşılığı “yönetememe”dir. Açıkçası salgın dönemi sallantıyı şiddetlendirmiş, ekonomik sıkıntı içinde bulunan kesimlerin tepkisi daha da görünür hale geçmiş, bununla paralel olarak örgütlü kesimler üzerindeki baskılar artmıştır.

Canları pahasına salgınla mücadele eden hekimlerin örgütü Türk Tabipleri Birliği’nin krimanalize edilmek istenmesinin izaha muhtaç tarafını bulmak zordur. Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan verilerin doğruları yansıtmadığını kanıtlarıyla ortaya çıkaran TTB’nin “vatan hainliği” le suçlanmasını iktidarın içinde bulunduğu acz ile açıklamak ikna edici midir? Ya da bir başka soruyla, Türkiye Barolar Birliği mevzuatında değişikliğe giderek, avukatların tek ve merkezi örgütünü bölerek güçsüzleştirmenin sıradan bir politik hamle olduğu iddia edilebilir mi? Kamu yararına olmayan karar ve tasarruflarla ilgili hukuki mücadele yürüten, Kanal İstanbul’dan HES’lere doğayı yok eden rant projelerine karşı mesleki-bilimsel esaslar çerçevesinde kamuoyunu bilgilendiren TMMOB’u devre dışı bırakacak düzenlemelerin salt meslek odalarından duyulan rahatsızlıkla açıklamak yaşananları kavramada yeterli olabilir mi?

Bu soruların tek bir yanıtı yoktur; yanıtlar içi içe geçmiş halkalar misali bütüne dair görüş ve değerlendirmenin bir başka ifadesidir. Evet iktidar, soyut bir kavram olan devletin somutlandığı alanlar olan eğitim, sağlık, kentleşme, güvenlik, yargı vd’lerini zincirin halkaları gibi genel ideolojik-politik yönelime uygun hizaya getirmek istemektedir. Yargı bağımsızlığının “ruhuna fatiha” dediğimiz bir zaman diliminde, yargı bağımsızlığı fikrinin direnç noktalarından biri olan Barolar Birliği’nin bölünerek işlevsizleştirilmesi, öz itibariyle bağımsız yargı tabutuna çakılan son çivi anlamı taşımaktadır. Aynı şekilde TMMOB’nin güçsüzleştirilmesi, Kanal İstanbul ve diğer kamudaki talanın pervasızca hayata geçirilmesi amacındadır. TTB’nin hedefe alınması ise sağlık politikasının sorgulanmasından duyulan rahatsızlığı ifade etmektedir.

Bazı konular alanlar arası kesişim kümesi içinde yer almaktadır. Örneğin pandemi döneminde şantiyelerin içinde bulunduğu durumla ilgili İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından hazırlanan rapor bunun örneğidir. Şubemiz salgınla mücadele bağlamında projektörleri şantiyelere çevirmiş, şantiyelerin şu andaki durumu ve çalışma koşullarıyla ilgili ayrıntılı bir rapor hazırlayarak kamuoyuyla paylaşmış; şantiyelerin salgına davetiye çıkardığını ileri sürerek önlem alınmasını, şantiyelerin bir süreliğine kapatılmasını talep etmiş ve lakin bununla birlikte çalışanların ekonomik, özlük ve sosyal haklarının korunması çağrısında bulunmuştur.

İktidar gerçeklerin dile getirilmesinden rahatsızdır. Rant ekonomisinin motor gücü ilan edilen inşaat işkolunda geçici bir süre için olsa bile “şalteri” indiremeyen iktidarın, tıpkı salgın verileriyle ilgili gerçeklerin paylaşılmasında olduğu gibi şantiyelerle ilgili gerçeklerin paylaşılmasından da rahatsız olduğu şüphesizdir.

İktidarın rahatsız olduğu bir nokta daha bulunmaktadır. Salgın seyri gösteriyor ki, virüs başta işçiler olmak üzere ağırlıkla çalışanların hastalanmasına neden olmakta, çalışmaya zorunlu olanların sosyal çevrelerinde hastalık yayılmaktadır.

Salgın haritaları büyük kentlerin yoksul mahallelerini adeta kırmızıya boyamıştır. Ağırlaşan iş yükü, düşük ücretler, güvencesizlik cenderesinde bulunan çalışan kesimler açıkçası diğer taraftan can derdine düşmüştür. Pandemi dönemindeki bütün düzenlemelerin işverenlerin hak ve çıkarlarını korumak amacıyla gerçekleştirilmesi, ekonomik desteğin işverenlere verilmesi toplumdaki eşitlik ve adalet beklentisinin hayalden öte anlam taşımadığını bir kez daha açığa çıkartmıştır.

İşin en ilginç yönü, emekçi hastalığı olarak seyreden Covid-19’un iş hastalığı olarak kabul edilsin yönündeki taleplerin iktidarca duymazdan gelinmesidir.

Parası olanın her gün test yaptırdığı, iktidara yakın kesimlerin test yaptırmada sorun yaşamadığı, parası olmayanların, çalışanların test yaptırmak için hastane koridorlarında saatlerce sıra beklediği, salgınla mücadelenin ön safında yer alan sağlık çalışanlarının büyük bedeller ödediği, iktidarın sağlık çalışanlarını korumak için yeterli önlem alamadığı, salgınla ilgili gerçeklerin halktan saklandığı, iktidarın hem salgınla mücadele hem de sosyal-ekonomik açıdan geniş kitlelerin mağduriyetini görmezden geldiği, bunu önleyecek adımlar atmadığı bir dönemde iktidarın toplumun örgütlü kesimlerine ve başta da meslek odalarına yüklenmesinin anlaşılır bir tarafı elbette bulunabilir.

Ancak meslek odalarını dağıtarak, güçsüzleştirerek gerçekleri ilelebet gizlemenin mümkün olmadığının da bilinmesi gerekmektedir. Tarihte bunun örneği yoktur; gerçekler, mutlaka açığa çıkmaktadır. Hele gerçeklerin işaret ettiği sorunlar, doğrudan geniş kesimleri etkiliyorsa, saklamanın ya da başka bir gerçek varmış gibi algılatmaya çalışmanın nafile bir çaba olduğu da bilinmelidir.

Doğaya ve çevreye zararlı 100’e yakın projeye son dönemde ÇED onayı verildiği, iktidara yakın büyük ölçekli şirketlere vergi kolaylığı sağlanarak milyonlarca liranın tahsil edilmesinden vazgeçildiği kamuoyuna yansıdı. Demek ki iktidarın öncelikleri hiçbir şart altında değişmiyor. Yandaşların desteklenmesi ve doğanın rant için katledilmesi hız kaybetmeden devam ediyor. Cumhuriyet değerleri ile hesaplaşma, cumhuriyet kurucu kadroları itibarsızlaştırma, toplumsal hayatı gericileştirme yönündeki çabalar da aynı şekilde hayata geçiriliyor. İçte ve dışta gerginlik siyaseti izleniyor ve bu yolla tahakküm pekiştirilmek isteniyor. Devletin kurumları da itibarsızlaştırma girişimlerinden nasibini alıyor. Anayasa Mahkemesi’nin bile yıpratılmasında beis görülmüyor. 16 Ekim’de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından, salgın hastalığa dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirilen basın açıklamasına katılanlar şiddetle gözaltına alınıyor. Barışçı ve demokratik gösteriler bile şiddetle dağıtılıyor.

Şu tespit yapılabilir: Salgın ve ekonomik kriz iktidarın foyasını dökmüştür. Foyanın altındaki görüntü iç açıcı değildir. İktidarın baskıyı artırması foyanın altındakinin geniş kitleler tarafından görülmesini önlemek içindir. TTB’nin de TMMOB’nin de hedef alınmasının nedeni budur.

Bu neden, bizlerin barikatı hangi noktada tahkim etmemiz gerektiğini de göstermektedir. Sadece iktidarın meslek odalarına dönük saldırısını bertaraf etmek için değil, en yalın haliyle yaşamak için mühendislerin, mimarların, şehir plancılarının yoksulluğun ve salgının vurduğu emekçilerle yan yana gelmesi kaçınılmazdır. Salgına, sömürüye ve baskılara direnmenin başka da bir yolu kalmamıştır.