ÖLÇÜ 2020 ARALIK SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

PANDEMİYLE MÜCADELENİN ANAHTARI MEKANSAL BİLGİ

1. Motivasyon

21. yüzyılda SARS, MERS, kuş gribi, domuz gribi gibi pek çok salgın hastalık görülmüş ve çok sayıda insan bu hastalıklardan dolayı yaşamını yitirmiştir. Son olarak SARS-CoV-2 virüsü kaynaklı COVID-19 salgın hastalığı, 31 Aralık 2019 tarihinde ilk kez Çin’in Wuhan kentinde görülmesinden sonra 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel salgın yani pandemi olarak ilan edilmiştir. 28 Ekim 2020 tarihi itibarıyla dünya genelinde tanımlı vaka sayısının yaklaşık 44,7 milyonu bulduğu ve ölüm sayısının ise 1,1 milyonu geçmiş olduğu birçok açık kaynakta ifade edilmektedir. Sayılardan da anlaşılacağı üzere ölümcül salgının neden olduğu insani yıkımın her geçen gün artmakta olduğu ve yakın zamanda salgının ortadan kalkmayacağı görülmektedir. Salgın hastalığının artmasını önlemek için gerçekleştirilen izolasyon, karantina gibi tecrit uygulamaları ile birlikte insanların önceliklerinin ve tüketim biçimlerinin değişmesi, birçok sektörde üretimin durmasına ve toplamda ülke ekonomilerinin küçülmesine neden olmaktadır. 1929 Büyük Buhranı’ndan sonra tarihin en büyük ekonomik krizinin pandemi nedeniyle yaşanması beklenilmektedir.

Dünyanın en zengin (ve sözde en güçlü) ülkeleri sahip oldukları bilimsel düzeye, teknolojik araçlara ve güçlü finansal sistemlere rağmen öncelikle COVID-19 pandemisine “hazırlıksız” yakalanmış ve devamında salgın karşısında etkisiz kalmışlardır. Kapitalist hükümetlerin/yönetimlerin salgın öncesinde ve sırasında tercihlerini toplum/halk sağlığı, çevrenin korunması yerine sermayenin çıkarlarından yana kullanmaları, mevcut egemen sistem olan kapitalist sistemin, küreselleşmenin ve neoliberal politikaların tüm dünyada sorgulanmasına neden olmaktadır.

Pandemi öncelikle tüm insanlığın karşı karşıya kaldığı bir sağlık sorunudur. Ama devamında toplumsal sorun, ekonomik sorun, kent sorunu ve diğer sorunlar olarak tüm dünyada ortaklaşmaktadır. Bu tür küresel bir salgın tüm dünyada iş birliği, eş güdüm ve dayanışma içerisinde bir mücadeleyi gerektirir. Salgının sadece biyolojik etmenlerden kaynaklanmaması nedeniyle sözü edilen mücadele yalnız sağlık alanında değil, toplumsal, ekonomik, siyasi, kültürel alanda verilmesi gereken topyekûn bir mücadeledir.

2. COVID-19 Pandemisi ve “Akıllı” Şehirler

Özellikle sanayi devrimlerinin etkisiyle kapitalist düzenin kentleşme/akıllı şehir kavramlarıyla ortaya çıkan kaotik durumun ve kentlerdeki kontrolsüz tüketimin neden olduğu biyosferin iflası, ekolojinin çöküşü, tarımsal ve hayvansal üretimdeki genetik uygulamalar, yoksulluk ve işsizliğin artması, sağlıksız kent yaşamı vb. doğal ve toplumsal sorunlar salgın hastalıkların ortaya çıkmasına zemin oluşturmaktadır.

Pandeminin özellikle Avrupa ve Amerika kıtasının gelişmiş kapitalist ülkelerinin “akıllı” şehirlerini vurmuş olması ortaya şöyle bir ikilem çıkarmaktadır: Salgının ortaya çıkmasına ve hızlı yayılmasına neden olan kent yaşamı aynı zamanda bu salgından en çok etkilenen insanların yaşam alanıdır. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporlarda dünya nüfusunun yarısından fazlasının kentlerde yaşadığı ve bunun giderek artış gösterdiği düşünüldüğüne, Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı (UN-Habitat)’nca COVID-19 salgınının %95’inin kentlerde görüldüğünü açıklaması göz önünde bulundurulduğunda; insanlığın mevcut politik ve ekonomik düzen nedeniyle kendi ayağına kurşun sıktığı, başka bir ifadeyle SARS-CoV-2 virüsüne davetiye çıkardığı söylenebilir.

Salgına altyapı hazırlayan düzensiz, kirli, kalabalık kent yaşamı yerine daha düşük nüfus yoğunluğuna, daha yeşil sosyal alanlara sahip yaşanabilir yerleşimler oluşturulmalıdır. Pandeminin sınıf ayrımını daha çok ortaya çıkarması, işçi sınıfını ve emekçileri daha çok etkilemesi, neoliberal politikalarca diğer “akıllı” şehir hizmetleri gibi “akıllı” sağlık hizmetlerinin de metalaştırılmaması gerekliliğini göstermektedir. Diğer “akıllı” şehir hizmetleri gibi kamusal bir hizmet olması gereken sağlık hizmeti toplumun tüm kesimlerine eşit, ücretsiz ve kaliteli biçimde sağlanmalıdır.

Ancak görünen o ki COVID-19 salgın hastalığının yayılma merkezi olan metropollerin, “akıllı” şehirlerin pandemi karşısında etkisiz kalmalarına rağmen, sermaye, krizi fırsata çevirmek için “akıllı” şehirlerde salgınla mücadelede yeni teknolojilerin kullanılmasını önermeye ve bu yönde kamuoyu çalışmaları yapmaya başlamıştır. Diğer bir deyişle, COVID-19 salgını öncesindeki “akıllı” şehirlerin pandemi karşısında dayanıklılığını (resilience) arttırmak için teknoloji-çözümcülük (tech-solutionism) yaklaşımı ile “Yeni Normal” “Akıllı” Şehir algısı oluşturularak “Akıllı” Sağlık kavramını öne çıkartılacaktır. Merkezi ve yerel yönetimler de sermayenin bu algı operasyonuna katılarak “Akıllı” Sağlık teknolojilerine büyük kaynaklar aktaracaklardır. Şehir hastanelerine yapılan ödemelerin tamamlanması bile beklenmeden, COVID-19 salgınının toplum üzerinde yaratmış olduğu korku ve panik havasından da faydalanarak, pandemi ile mücadele adı altında lanse edilerek yapılacak yatırımlar gelecek kuşaklar üzerindeki borç yükünü artıracaktır.

Oysaki politikacıların, yöneticilerin anlayamadıkları konu, ne kadar ileri teknolojiden yararlanılırsa yararlanılsın yalnız yönetimlerin halka dayattığı politikalar üzerinden pandemiyle mücadele edilemeyeceğidir. Bu durum salgının başından itibaren tüm dünyada gözlenmiştir ve salgında görece başarılı olan ülkelere bakıldığında halkın bilinçli davrandığı ve hükümetlerin halka destek olduğu görülmektedir. COVID-19 salgın hastalığıyla mücadele etmek için halkın örgütlenmesi ve bu örgütlülük anlayışında halkın ve yönetimlerin iş birliği içerisinde çalışması gerekmektedir. Bu tür bir anlayış alternatif bir “akıllı” şehir yaklaşımını gerektirmektedir. Alternatif “Akıllı” şehir yaklaşımı, yani yaşanabilir yerleşimler afetlerde olduğu gibi pandemi öncesinde (hazırlık aşaması), sırasında (müdahale aşaması) ve sonrasında (onarım aşaması) olmak üzere, üç aşamada planlamalı ve eylem planları oluşturmalıdır.

Sermayenin dayatması ile değil toplumun kendi kolektif zekasıyla oluşturacağı alternatif “Akıllı” Şehir yaklaşımında sağlığın örgütlenmesinde öncelik toplum sağlığının geliştirilmesine ve korunmasına verilmelidir.

Alternatif “Akıllı” Şehir yaklaşımında en önemli konulardan biri belki de en önemlisi eşitlik ilkesidir. Literatürde “akıllı” şehirlerde kentlilerin her türlü kent hizmetine eşit olarak ulaşabilmesi gerektiği ifade edilir. Salgın hastalıkla mücadelede ise kentler eşitlik içermeyen koşullarla ve eşitlikten uzak hizmet dağılımıyla ön plana çıkmaktadır. Hemen akla gelen bazı eşitsizliklere veriye erişim, teste erişim, grip aşısına erişim ve yakın gelecekte yaşanılacak olan COVID-19 aşısına erişim örnek olarak gösterilebilir.

Toplumun tüm kesimlerinin salgına ilişkin veri kümelerine erişimi olmaması pandeminin durumu hakkında bilgi edinmeye engel olmakta, durumun ne kadar önemli ve ciddi olduğu konusunda toplumda algı kaybı yaşanmasına neden olmaktadır. Toplum COVID-19 vakalarının ne zaman, nerede, ne kadar yoğunlaştığını bilememektedir. Bu tür bilgiye erişemeyen yurttaşlar kentin hangi bölgelerinden, hangi mekanlarından uzak durmaları gerektiği bilgisine ve farkındalığına ulaşamamaktadır. Dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi içerisinde yer alan Türkiye gibi büyük bir ülkede Sağlık Bakanlığı dışında neredeyse hiçbir meslek örgütü, sivil toplum örgütü, üniversite, araştırma kurumu, sendika ve diğer tüzel kişilerle birlikte özel kişiler salgına ilişkin etkin tematik harita üretimi yapamamaktadır. Mevcut ısı haritaları da Sağlık Bakanlığı’nın yalnız dünya kamuoyuna açıklamış olduğu ve/veya Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirmiş olduğu bilgiler kullanılarak şehir düzeyi gibi düşük mekansal çözünürlükte üretilebilmiştir. Oysa ki bu konudaki veri kümeleri açık ve bağlantılı veri kümeleri olarak toplumla paylaşılmış olsa hem yurttaşlar bulaş riskini düşürmek için daha bilinçli hareket edebilecek hem de birbirinden farklı uzmanlığa sahip meslek odaları ve dernekleri bu veri kümeleri üzerinden analizler yaparak anlamlı ve topluma faydalı sonuçlar ortaya çıkarabilecektir.

Tabii tüm bunları yapabilmek için öncelikle yaşanabilir yerleşimlerde açık veri ve paylaşılan kaynaklar kültürünün yerleşmiş olması gerekir. Toplumda bu anlayış hakim olduktan sonra, yerel yönetimlerde kentlerin dijital ikizleri oluşturulmalı ve yurttaşların kullanımı için halkla paylaşmaları gerekmektedir. Kentin mekansal veri altyapısına dayalı dijital ikizindeki yapılandırılmış veri kümeleri, halkın gönüllü olarak kendi üreteceği yapılandırılmamış veri kümeleri ile bütünleştirildiğinde pandemiye karşı önemli bir güç kazanılmış olacaktır. Toplum olarak pandemiyle mücadelede en önemli araçlardan biri doğru, güvenilir, güncel, paylaşılabilir mekansal bilgidir. Ancak bu tür mekansal veri kümeleriyle virüsün insanlar üzerinden hareketliliği ve davranışı modellenebilir.

Alternatif yaşanabilir şehirlerde bulaş riskini azaltmak için şehirde bulunan sensörler ile gerçek zamanlı konum/yakınlık belirleme çözümleri birlikte kullanılarak dijital filyasyon tekniği etkin biçimde gerçekleştirilebilir. Bu tarz bir teknoloji bütünleştirmesi iş, okul, ulaşım gibi toplumsal yaşamın, normal kent yaşamının devam edebilmesine büyük katkı sağlayabilir. Konum/yakınlık belirleme çözümlerinde GPS/GNSS gibi doğrudan konum belirleme alıcıları kullanılabileceği gibi hem açık alanda hem kapalı alanda bluetooth gibi yakınlık sensörleri, kamera gibi görüntü/ısı algılayıcıları ve mekansal olarak etkinleştirilmiş QR kodlar (GeoQR kod) kullanılabilir. Tüm bu sensörlerle elde edilecek veri kümeleri mekansal tabanlı analitiklerde, mekansal analizlerde, salgının yayılımının bilimsel olarak modellenmesinde, yapay öğrenme ve mekansal zeka temelli çalışmalarda kullanılarak salgınla etkili biçimde mücadeleye büyük katkıda bulunabilir.

Açık veri demek kontrolsüz veri kullanımı, kişisel mahremiyetin yok sayılması demek değildir. Kentin ve kişilerin mekansal veri altyapısı üzerinde oluşturulacak olan dijital ikizlerindeki veri kümeleri, açık veri felsefesine uygun biçimde korunmalıdır. Tüm veri kümelerini hükümetlerin veya Google, Amazon gibi global platform sağlayıcılarının tek bir veri merkezinde tutmak yerine blokzinciri (blockchain) teknolojisinin dağıtık ve merkeziyetçi olmayan güvenilir yapısından yararlanılabilir.

Özellikle tedavinin ve aşının olmadığı olağanüstü salgın hastalığı durumunda güvenilir bilgi çok önemlidir. Yanlış/eksik bilgi/bilgilendirme/yönlendirme/politika belirleme vaka, hasta ve ölü sayısını arttırmaktadır. Bu durumda insanlar arasındaki iletişim kanalları, sosyal medya ağları önemli bir konuma gelmektedir. Cornell Üniversitesi tarafından yapılan infodemiyoloji araştırmasına göre ABD Başkanı Donald Trumph’ın pandemiye ilişkin açıklamaları salgına ilişkin “yanlış bilgilendirmenin” %38’ini oluşturmaktadır. Bu da başkanı, pandemiyi içeren yalanlara dair “infodemik”in en büyük itici gücü haline getirmektedir. Sosyal medya gibi bilgi paylaşım kanallarıyla yanlış bilgi/bilgilendirme virüsten hızlı yayılabilmekte ve acil durum müdahalesini karmaşık hale getirebilmektedir. Bu durumda yalnız salgınla değil aynı zamanda yanlış bilgilendirmelerle de mücadele edilmek durumundadır. Bu nedenle politikacıların, yöneticilerin toplumla sorumlu, şeffaf biçimde veri ve bilgi paylaşımı yapması gerekmektedir.

Diğer bir eşitsizlik konusu olan aşı dağıtımında yaşanan sıkıntılar kamuoyu tarafından yakından izlenmektedir. Oldu ki 2021 yılı içinde en hızlı gelişen mRNA tabanlı COVID-19 aşısı Türkiye’ye geldi. Bugüne kadarki en büyük ve en karmaşık aşı yönetiminin nasıl gerçekleştirileceği çok iyi planlanmalıdır. Gen aşılarının -20°C düzeyinde gereksinim duyduğu soğuk zincirin aşıların ülkeye uçakla gelmesinden birinci basamak sağlık hizmetlerine ulaşmasına kadar korunması, lojistik planlamanın yapılması, öncelikli yurttaşların belirlenmesi, aşının yurttaşlar üzerindeki etkilerinin takip edilmesi gibi birçok konuda mekansal bilişimden, özellikle mekansal bilgi sistemlerinden yararlanılması kaçınılmazdır.

Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli konu; “akıllı” şehir teknolojilerinin, mekansal bilişim teknolojilerinin salgınla mücadele döneminde kontrolsüz ve ölçüsüz kullanımına ve salgın sonrasında bu izleme teknolojilerinin yönetimlerce kullanılmaya devam edilmesine toplumun izin vermemesi gerekliliğidir. Halk için salgınla mücadele bugünlerde hayati bir konudur ama unutulmamalıdır ki yarın salgından sonra kaybedilmiş olan güven, özgürlük, kişisel mahremiyet konuları da yaşamsal öneme sahip konulardır.

3. Son Söz

Küresel boyutta etkili ve insan yaşamını tehdit eden son derece tehlikeli bir salgın karşısında bile Türkiye’de merkezi hükümet kısıtlı mali kaynaklarını Kamu Özel İş Birliği çerçevesinde Yap-İşlet-Devret biçiminde yapılan şehir hastanesi, otoyol, köprü projelerine aktarmaktan kaçınmamaktadır. Oysaki hükümetin; salgının faturasını emek sınıfına, yoksullara, emeklilere ödetmek yerine, sermayeye diğer bir ifadeyle yıllarca halkı/toplumu birçok açıdan sömüren tekelci şirketlere ve finans kuruluşlarına ödetmesi gerekirdi. Halkın yanında yer aldığını ifade eden hükümetlerin salgının başından bugüne kadar sağlık, barınma, beslenme gibi temel gereksinimleri özellikle emekçiler başta olmak üzere tüm toplum için sağlayabiliyor olmaları gerekirdi. Ancak pratikte bunun tersi durum gözlemlenmiştir.

Emperyalist ekonomi bir taraftan pandemi nedeniyle küresel ekonomilerin ne kadar daralacağına ilişkin karamsar öngörülerde bulunurken diğer taraftan hükümetlerin ekonomik yardım paketlerinden istifade etmektedir. Bu durumda bile sermaye salgının ekonomik faturasını emekçilere ödetmek için işten çıkarmaların, ücretsiz izinlerin, ücret kesintilerinin ve kayıt dışı çalışmanın meşrulaşması için uğraş vermekte, salgını fırsata çevirerek emek sömürüsü yapmaya devam etmektedir.

Pandemi ile bir kez daha görülmüştür ki çözüm; toplumların, kamucu/halkçı politikalara ağırlık veren devrimci bir yaklaşımla ortaya çıkaracakları kolektif zekâ üzerinden örgütlenmeleridir. İster adına kozmopolitanizm, ister enternasyonalizm veya sosyalizm deyin, asıl olan kolektif zekayla toplumlar/topluluklar/halklar arası iş birliğinin, dayanışmanın, bütünleşmenin sağlanması ve çevrenin korunmasıdır. Bunun için yeni bir toplum örgütlenmesi ve örgütlenen toplumun kaynaklarının doğru yerlere yönlendirmesi gerekmektedir. Sözü edilen kolektif zekanın oluşturulmasında en önemli bileşenlerden biri de mekansal bilgi, mekansal bilişim ve mekansal zekâ (GeoAI)’dır.

Dr. Öğretim Üyesi Caner Güney

Harita Mühendisi