ÖLÇÜ 2020 ARALIK SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Murat KAPIKIRAN

TMMOB ZMO

İstanbul Şube Başkanı

COVİD-19 VE KRİZ SÜRECİNDE TARIMSAL ÜRETİMİN SORUNLARI

COVİD-19 salgınıDünya’da olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan ekonomik krizi derinleştiren yeni bir dönemin başlamasına yol açmıştır. Pandemi, son 50 yılda yaşanan neoliberal küreselleşmenin tüm araçları ile unutturmaya çalıştığı sosyal politikaların ihmal edildiği gerçeğini, çarpıcı biçimde görünür hale getirmiş, kamuoyu algısını/farkındalığını artırmış ve bu süreç devam etmektedir.

Dünya ve Türkiye’de özelleştirilmiş/ özel sektörün insafına terkedilmiş sağlık sistemi; küresel salgın karşısında en iyi korumayı sağlayacak önlemleri, maliyet gözeterek uygulamamış ve hatta sürü bağışıklığı, sosyal güvenlik harcamaları yükünü azalmak için 65 yaş üstü kayıplara göz yumuluyor algısı, bağışıklık mekanizmasını yüksek tutan dengeli ve yeterli beslenme hakkının ihmal edilmesi gibi sosyal politikasızlıklar küresel ve ulusal neoliberal politikaları deşifre etmiştir.

Pandemi öncesinde, enerji, sanayi, teknoloji, eğitim, bilgi, sağlık ve emek üzerinde giderek artan küresel güçler hakimiyeti, madencilik, iletişim, hizmet ticareti, fikrî mülkiyet hakları, yatırım alanları, ekolojik zenginlikler, yerel tarım ve gıda ürünlerine doğru etkinlik alanını genişletmektedir. Sosyal devlet, güvenlik dışında (birey ve toplumsal grupların güvenliği değil devletin güvenliği) neredeyse tüm görev ve sorumluluklarını özelleştirmiştir.

1 Ocak 1995’te kurulan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), azgelişmiş ülkelerin dış ticaret, yabancı sermaye yatırımları ve teknoloji akımlarına daha açık bir hale gelmelerini sağlayarak, çokuluslu şirketlerin hareket alanındaki engelleri kaldırmak için çalışmaya devam etmektedir. Emek ve çevre standartları ve rekabet politikaları gibi konuların gündeme gelmesine yol açarak bu ülkelerde kamu otoritesinin korumacı müdahalelerini özellikle sanayileşme ve kendine yeter tarım politikaları açısından önemli ölçüde daraltmaya çalışmıştır.

OPEC’in kuruluşu, Arap-İsrail savaşı, OPEC tarafından petrol üretiminin azaltılması, 3 USD olan petrol varil fiyatının altı ayda bir zam yapılarak artması, ABD ve Avrupa’dan Japonya’ya kadar sanayileşmiş birçok ülkede 1973 yılında zirveye ulaşan petrol krizinin yaşanmasına yol açmıştır. 1973 sonrası 3. Küreselleşme olarak nitelenen neoliberal küreselleşmenin hakimiyet kazanmasında, sanayileşmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları başat rol oynamışlardır. Bu kuruluşların, başta en büyük hissedarı ABD olmak üzere ana hissedarlarıyla olan yakın ilişkileri biliniyor. İstikrarsızlık içindeki azgelişmiş ülkelerin ekonomi politikalarına müdahalesi oldukça eskilere dayanan IMF’e, Bretton Woods sistemi Uluslararası Sözleşmesi kabul edildikten sonra 27 Aralık 1945 tarihinde resmi bir varlık haline gelen Dünya Bankası da 1980’li yıllarda eklendi ve yapısal uyum politikaları aracılığıyla, özellikle dış ticaret serbestleştirmesi ve özelleştirme gibi alanlarda önemli ölçüde etkili oldu. 1995 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) de neoliberal küresel düzenin kurumsal yapısının temel taşlarından birini oluşturdu. DTÖ, bazı önemli alanlarda azgelişmiş ülkelerin hareket alanını kısıtlayıcı yeni denetim mekanizmalarının gündeme gelmesinde önemli bir role sahipti. Özelleştirme, Rusya’da, kamu açıklarının kapatılması amacıyla ilişkilendirilirken Türkiye’de etkinliğin artırılması amacının gölgesinde yürütülmüştür. DTÖ, liberalleşme eğilimini mal ticaretinin ötesinde hizmet ticaretine ve dış ticaretle ilgili olarak fikrî mülkiyet hakları ve yatırım alanlarına doğru genişletme açısından etkili olmuştur.

1970’lerin sonlarına doğru, Dünya’da ve Türkiye’de neoliberalizm, çıkarları doğrultusunda sanayi ve teknolojiyi önceleyen yapısal uyum ve küresel sisteme entegrasyon süreçlerinde toplumsal adaletin bozulmasının yarattığı tıkanmalardan kaynaklanan krizlerle uğraşırken, oluşan yeni küresel sisteme karşı hoşnutsuzluk ve güvensizlik giderek artmaya yer yer toplumsal tepkilere dönüşmeye başlamıştı. Tarım ve gıda sektöründe de hakimiyeti ele geçirmeye çalışan küresel güçler gıda egemenliğini ele geçirmeye çalışırken gıda güvenliği ve gıda güvencesini sağlamakta gerekli yapısal dönüşümü gerçekleştirmemeyi daha karlı bulduklarından birincil üreticilerin (çiftçiler) sistemden çekilmesinin hızlanmasını istemişler ve önemli oranda başarılı da olmuşlardır. Böylece beslenme adaletsizliği, sisteme dair güvensizlik ve tepkilerin çoğalmasına neden olmuştur. Küresel sistem yol ayrımını görüp dizginleri tekrar ele geçirebilmek için radikal bir dokunuş arayışındayken Koronavirüs olarak bilinen geniş bir virüs familyasına ait olan SARS-CoV-2 virüsü, insanları enfekte ettiği bilinen yedinci Koronavirüs türü olarak ortaya çıkmıştır. Bilinen diğer adıyla COVİD-19 birkaç ay önce görülmüş olmasına rağmen WHO’nun (Dünya Sağlık Örgütü) ihmaliyle pandemiye dönüşmüştür. İzolasyon koşullarında kronik krizler içerisindeki küresel sistem, kendi bekası için gerekli müdahale koşullarını böylece oluşturmuş/yakalamıştır.

Temel olarak tarımsal üretimin sürekliliği olmazsa olmaz koşuldur. Küresel sistemin başat oyuncuları, Amerika, Kanada, Avustralya, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya bütçelerinden, Avrupa Birliği ise fonlarından tarımsal üretimin sağlanabilmesi için önceden kullanmadıkları önemli kaynakları ayırarak, destek paketleri açıkladılar. Ayçiçeği, soya, buğday, pirinç gibi bazı temel tarım ürünlerinin belirli ülkelerde üretiliyor olması nedeniyle o ülkelerle lojistik zincirinin devam etmesi gerekiyordu. Mevsimlik tarım işçileri, geçici işçiler üretim alanında olmalıydı. Tedarik zincirinin kopmaması gerekiyordu. Bu üç alanda hızla tedbir almaya başladılar. Gıda egemenliği ve güvencesini sağlayacak tedbirleri almak çok önemliydi. Bütün dünyada insanlar evlerine kapanmıştı, sokağa çıkma yasakları, kısıtlamaları vardı ve insanlar beslenmek zorundaydı. Koronavirus pandemisi bütün yıkıcılığıyla bağışık olabilmek için beslenmenin önemini bir kez daha gösterdi. Küresel oyuncular sistemdeki tıkanmayı aşmak için geçerli bir araç edinmişlerdi.

Salgın nedeniyle insanlar büyük ölçüde evlerine kapatılırken, pek çok ülkede market, kasap ve manav gibi temel gıda ihtiyaçlarının karşılanabileceği yerler dışında zaruri olmayan ticari işletmelerin faaliyetlerine geçici olarak ara verildi. Pandemi sürerken ilk açılan yerlerin küresel Pazar yerleri olan AVM’ler olması dünya halkları tarafından, kamu otoritesinin ticaretin sürmesi ve makro iktisadi dengeye kamu sağlığından daha fazla önem verildiğinin hazin bir göstergesi olarak algılandı.

Türkiye’de, pandeminin ilk günleri, aynı zamanda sezonluk tarımsal üretimin başladığı günlerdi. Fakat açıklanan ilk destek paketinde tarımsal üretim ve üreticilere destek içeren bir uygulama olmadığı gibi üretimin yapılabilmesi için gerekli izinlere ilişkin bir uygulama da yoktu. Salgından korunmanın temel şartı olan bağışıklığın yüksek tutulması için ve aynı zamanda bir insan hakkı olarak sağlıklı ve yeterli beslenmek gerekliyken tarımsal üretim ve gıda tedariğinde kendine yeterliliği içeren bir planlama yapılmadı. Genel olarak sadece salgının yayılmasını önlemek için çeşitli tedbirleri içeren yasaklarla salgına karşı mücadele ediliyordu.

Tedbirlerin Tarımsal Üretim Süreçlerine Etkileri

COVİD-19'a yönelik tedbirler çerçevesinde Dünya’da ve Türkiye’de seyahat kısıtlaması, karantina, sınırların kapatılması ve sokağa çıkma yasağı gibi çeşitli önlemlerin tarımsal üretim ve tedarik zinciri üzerine olumsuz etkileri de ortaya çıktı. Birçok ülkede yürürlüğe giren kısıtlamalar nedeniyle halk marketlere akın etti. Salgının ne kadar süreceğinin öngörülememesi nedeniyle özellikle uzun raf ömrüne sahip ürünlere olan talep hızla artış gösterdi. İnsanlar, makarna, pirinç, un ile çeşitli bakliyat ve konserve ürünleri satın almak için birbiriyle yarıştı. Bu durum marketlerde rafların boşalmasına neden oldu.

Dünya’da salgınla birlikte tarımsal üretim ve gıda zincirindeki bütün unsurlar kritik sektörler olarak belirlenirken bunların faaliyetlerini kesintisiz sürdürebilmelerine olanak sağlandı. Bitkisel ve hayvansal üretimle uğraşanların işlerine kesintisiz biçimde devam etmelerine izin verildi. Ayrıca gıda sevkiyatının aksamaması içinde gerekli tedbirler alındı. Fakat ülkemizde birçok uyarıya rağmen üreticiler, üretim faaliyetleri ve üretim materyalleri tedariğinde kesintiler yaşadılar. Genç nüfusun Kır’ı terk etmesinden sonra Kır’da kalan, yaş ortalaması 55’in üstünde olan çiftçiler, tohum, fide, gübre, ilaç temin noktalarında pandemiden korunma önlemlerine dikkat etmeksizin bulundular. Mevsimlik, geçici ve yevmiyeli tarım işçilerinin üretim bölgelerine erişiminde aksamalar, gecikmeler yaşandı. Kimi arazi sahipleri arazilerini işleyemedi, ekim, dikim, hasat ve pazara nakil yapamadı. Yerinde ve zamanında önlemler alınamadı. Kırsal yaşama, tarımsal üretim faaliyetine ve tarım emekçilerine dair maske, mesafe ve temizlik önermekten başka bir şey yapılmadı.

Gıda İhracatına Getirilen Sınırlamalar

Dünya’da birçok ülke, kendilerini olası kıtlık riskinden korumak için tarımsal ürün ve gıda ihracatına çeşitli sınırlamalar getirmeye başladı. Romanya, nisan ayında Avrupa Birliği (AB) üyeleri dışındaki ülkelere buğday, mısır ve şeker ihracatını yasakladı. Kazakistan buğday ihracatını durdurdu. Rusya, arpa ve buğday gibi tahılların diğer ülkelere satışına çeşitli kısıtlamalar getirdi. Ukrayna ise gerekli görürse buğday ihracatını yasaklayabileceği uyarısında bulundu. Hindistan, Vietnam ve Kamboçya pirinç ihracatını askıya aldı. Mısır, bakliyat ihracatını durdurma kararı aldı. Sırbistan'da diğer ülkelere ayçiçeği yağı satışını yasakladı. Türkiye bu ülkelerin bir kısmından söz konusu ürünlerin ithalatını yapıyordu.

Lojistik Sorunlar

COVİD-19 pandemisi nedeniyle Avrupa ülkeleri mart ayında hızla iç ve dış sınırlarını kapatmaya başladı. Entegre gıda zincirinde tedarik sorunları, seyahat yasakları ve sınır geçiş engelleri gibi tedbirler, gıda ve tarım ürünlerinde tedarik zincirinin kesintiye uğraması riskini doğurdu. Salgın, özellikle taze meyve ve sebze gibi göreceli olarak hızlı bozulabilen ürünlerle birlikte diğer gıdalara yönelik lojistik sorunlar doğurdu. Böylece birçok Avrupa ülkesinde yönetimler, özellikle temel ihtiyaçları taşıyan araçların geçişlerini kolaylaştırma ve hızlandırma kararı almak zorunda kaldılar. Ülkemizde ise büyük kentlere tarım ürünleri sevkiyatında trafiğe çıkış yasakları nedeniyle sorunlar yaşandı. Bazı bölgelerde lojistik sorunlarının zamanında çözümlenememesi hasatta gecikmelere neden olup, tarlada, serada veya depoda ürün bozulmaları yaşanmasına neden oldu.

ÇİFTÇİLER-TARIM İŞÇİLERİ

ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), üretimin geçici olarak durdurulması nedeniyle emek yoğun mahsul üretimi ve işlenmesine dayalı tarım üzerinde küresel salgının, ciddi bir etkisi olabileceğini belirtti. Çiftçilerin küresel örgütü La Via Campesina (LVC-Çiftçinin Yolu) ise Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri Günü 17 Nisan ve Koranavirüs salgınına ilişkin bir bildiri yayınladı. Bazı bölümleri şöyle:
“Savaş, faşizm, otoriterlik ve pandemi zamanlarında çiftçilerin tarihsel rolünün halkların beslenmesi olduğunun bir kez daha anlaşıldığı bu günlerde 17 Nisan Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri gününü kutlayacağız. COVİD -19 virüsü dünyayı sarsıyor. Bu ölümcül virüs endüstriyel tarımın hükmettiği mevcut küresel gıda sisteminin kırılganlığını ve tüm canlılar için tehlikelerini gösterdi. Bu krizden öğrenmeliyiz. Yerel, dirençli ve çeşitliliğe dayanan gıda sistemlerine yönelmeliyiz. Devletler vakit kaybetmeden agroekoloji ve yaygın tarımsal reformlar yoluyla gıda egemenliğini hayata geçirmeli. İnsanlığın karşı karşıya olduğu olağanüstü koşullar tüm ülkeleri Birleşmiş Milletler’in 2018’de kabul ettiği ve duyurduğu “Köylülerin ve Kırsalda Çalışan diğer İnsanların Hakları Deklarasyonu”nu kabul etmeye ve güvence altına almaya zorlamaktadır.” “…yeterli sağlık ve güvenlik önlemleri olmadan en kırılgan şartlarda çalışmak zorunda olan tarım emekçilerinin ve göçmen işçilerin koşullarından kaygı duyuyoruz. Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika Kıtalarındaki La Via Campesina üye örgütleri, hükümetlerinden sadece “Koronovirüs kapitalistleri” için teşvikler değil toplumun çoğunluğu için acil önlemler almalarını talep ediyor. Daha önce ekonomiyi kurtarmak amacıyla bankaları ve şirketleri kurtarmaları gibi sadece elitlere yarar sağlayan ekonomik önlemleri kabul etmiyoruz. Köylüler ve dünyanın tüm ezilen kesimleri için adelet talep ediyoruz. Tüm üyelerimizi ve müttefiklerimizi bu küresel krizde fırsatçı girişimlere karşı tetikte olmaya ve mücadeleye çağırıyoruz.”

MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİ

Avrupa ülkeleri ve ABD'de çiftlikler, uygulanan kısıtlamalar nedeniyle hasat döneminde mevsimlik tarım işçileri bulmakta sıkıntılar yaşamaya başladı. Fransa, Almaya, İtalya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde çiftlikler salgın tedbiri olarak sınırların kapatılmasıyla mevsimlik tarım işçisi bulamadı. Bu ülkeler Doğu Avrupa ülkelerinden sağladıkları tarımsal iş gücüne erişemeyince kendi vatandaşlarının tarlalardan ürünleri toplamasını isteseler de bu zor işe talep olmaması nedeniyle Kovid-19 tedbirlerini hiçe sayarak tarım işçisi transferi yaptılar. Almanya, Romanya'dan binlerce tarım işçisini uçaklarda balık istifi halinde ülkesine getirterek tarlalarındaki ürünlerini toplatmaya başladı. Benzer bir durum ABD'de de yaşandı. ABD'nin tarımsal üretimde önemli rol oynayan Meksikalı mevsimlik tarım işçileri üretim bölgelerine transfer edilmeyince önemli ölçüde ürün tarlada kaldı. Türkiye’de de benzer sorunlar benzer biçimde yaşandı. Tarlaların üretime hazırlanması, ekim, dikim çalışmaları, tarım işçileri transferinin seyahat kısıtlamalarının herkesi kapsaması nedeniyle bazı bölgelerde üretim yapılamadı veya geç yapıldı. Mevsimlik, geçici, gündelikçi tarım işçileri yaşadıkları bölgelerden, üretim bölgelerine çok zor koşullarda geldiler. Geldikleri bölgelerde sağlık koşulları ve hijyen sorunları devam ederken yaşam alanlarında iyileşme de sağlanamadı.

GELECEK BEKLENTİSİ; TEK ÇARE EKOLOJİK TARIMA DÖNÜŞ

Salgın, tarım ve gıdanın ülkeler için ne kadar kritik olduğunu, tedarik zincirinin güvenli biçimde sağlanması gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu. Pandemi ile birlikte tarım ve gıda alanında yaşanan çeşitli risklerin gelecekte tekrar etmemesi için ülkelerin de yeni tedbirler alması gerekliliği halkın öncelikli duyarlılığı oldu. Birçok ülke yetkilileri, gıda alanında kıtlık yaşamamak için tarımda korumacı planlama yapacaklarını ifade ettiler. Temel tarım ürünlerinde küresel ticarette yaşanabilecek kesintilere daha hazırlıklı olmak için çeşitli yeni stratejiler belirlemeye başladılar. Birçok ülke tarım ve gıda ürünleri üretiminde kendine yeterli olmak için tarımsal desteklemeleri artırma, yerel tarımı canlandırma zorunluluğu karşısında bütçeden tarıma ek kaynaklar aktarma ve yeni planlamalar yapmaya başladılar. Tarımsal üretimde çeşitli dijital teknoloji kullanımının hız kazanması ve gıda tedarik zincirlerinin kuvvetlendirilmesi de yeni planlamada öncelikler arasına girdi.

AB, salgının yol açtığı krizin etkilerini hafifletmek amacıyla tarım ürünleri ve gıda üretiminde ekolojik dönüşümü öngören iki yeni bir stratejiyi hayata geçirme hedefini, “Çiftlikten Sofraya Strateji: Adil, Sağlıklı ve Çevre Dostu Gıda Sistemi” adlı planı açıkladı. Sürdürülebilir bir gıda sistemi kurmak ve biyolojik çeşitliliği korumak; 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarını sıfıra indirmek; kimyasal tarım ilaçlarının kullanımını 2030 yılına kadar yarıya düşürmek; gübre kullanımı en az yüzde 20 oranında azaltmak; tarım alanlarının en az yüzde 25’inin organik tarıma ayrılması; önümüzdeki on yıl içinde en az 3 milyar ağaç dikilmesi bunlardan bazıları. Plan, kriz anlarında gıda güvenliğinin sağlanması ve tedarikinde sorun yaşanmaması için “olağanüstü durum planı/senaryoları” geliştirmeyi de planlıyor. Fakat plan henüz yürürlüğe girmemiştir.

Türkiye’de ise tarımda dijitalleşme hedefiyle açıklanan “sözleşmeli üretim” ve Dijital Tarım Pazarı (DİTAP) projesi başlatıldı. Proje ile talep ve arzın online buluşmasının sağlanacağı, böylece gıda israfının önleneceği, üreticinin elinde ürün kalmayacağı gibi gerekçeler öne sürülüyor. Proje ile bağımsız karar verici durumunda olan çiftçiler, sözleşmeli tarım uygulamaları nedeniyle tarım işçisine dönüşecek, üretim üzerinde kontrolü kaybedecek ve kendilerine verilen talimat ve sözleşme koşullarını yerine getiren kişiler durumuna gelmiş olacaklardır. Bu neoliberal sözleşmeli tarım projesi işveren tarafın uygulamak istediği tohum çeşidi, ürün deseni, üretim yöntemi, ilaç ve gübre kullanımı ile tarım arazilerinin ve ekosistemin daha fazla kar elde etme hedefine kurban edilmesi sonucunu doğuracaktır. Küresel sistem Dünya’da sözleşmeli tarım uygulamalarını, tarımsal üretimin %15’den fazlasını oluşturacak oranda büyütmüştür. ABD’de toplam tarımsal üretimin yaklaşık %32’si, kasaplık piliç üretiminin ise neredeyse tamamı sözleşmeli hale gelmiş bulunmaktadır. Üreticiler sözleşmeli tarım ile Gıda Egemenliğini nihayetinde küresel tarım şirketlerine kaptırmaktadırlar. AB gelinen noktada tarımın kırılganlığını görmüş, insan ve ekoloji odaklı tarımsal üretim politikalarına yönelme niyetini ortaya koymuş olmasına rağmen Türkiye çiftçi, balıkçı ve su ürünleri yetiştiricileri ile üretim ortamlarındaki sorunları çözmek yerine, çözümü tarım ürünleri pazarının sorunlarının çözümünde aramaktadır. Üretime ilişkin yapısal sorunlarla ilgilenmemektedir.

KÜÇÜK AİLE İŞLETMELERİNİN ÖNEMİ ARTIYOR

Tarımda neoliberalizm, maksimum düzeyde teknoloji kullanan donanımlı tarım şirketlerinin, tarım arazilerini ve diğer tarımsal varlıkları ele geçirmesi sürecini hızlandıracak politikaları dayatırken, Dünya’da temel gıdanın %70’den fazlasını küçük ve orta ölçekli aile işletmelerinin sağladığı gerçeği Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nü (FAO) küçük aile işletmelerini korumak ve geliştirmek için birçok tedbir önermeye yönlendirdi. Üreticilerin kooperatif ve birlikleri şeklinde dayanışmasının oluşturduğu fayda aynı zamanda merkezi idarelere yük de oluşturan, halkın dengeli, yeterli beslenmesi için erişilebilir gıda üretimi temelinde yarattığı değer ve kolektivizmin siyasi gücü öncelikle Avrupa Birliği’nde ve birçok refah seviyesi yüksek ülkede küçük çiftçilere özel kaynaklar ayırılmasını sağladı. Dünya’da çiftçiler ve çiftçi örgütleri üretim planlamalarını yapabilsin diye tarımsal desteklemeler 3-7 yıl önceden açıklanırken, Türkiye’de hasat dönemi geçtikten sonra açıklanmaktadır. 2020 yılında 2019 yılının desteklemeleri açıklanmıştır. 2006 yılında çıkan 5488 sayılı Tarım Kanunun 21. Maddesine göre GSMH’nın yüzde 1'inden az olmaması gereken desteklerin on dört yıl ortalaması olarak %0,45 düzeyinde kalması çiftçilerinüretimden vazgeçme kararı almasını hızlandırmaktadır. Hasat ve satış dönemi öncesi sıfır veya indirilmiş gümrük vergisi uygulamaları üreticinin ürününü maliyet altında satmaya zorlamakta ve tarımdan kopuşu hızlandırmaktadır.

COVİD-19 PANDEMİSİNE ÖZEL TARIMSAL DESTEKLEME OLMAMIŞTIR

Dünya’da birçok ülkede kendine yeterliliği esas alan tarım destekleri açıklanıp uygulanırken Türkiye’de Korona-virüsün neden olduğu olumsuzlukları giderecek veya çiftçileri güçlendirecek döneme özgü, farklı bir destekleme söz konusu olmamıştır. Bir kısım çiftçi kredi borcunun 3-6 ay gibi ertelenmesi ve önceki yıla ait bazı destekleme ödemelerinin verilmesi dışında bir uygulama yapılmamıştır. Çiftçilerin üretim yapabilmesi için temel girdiler olan mazot, gübre, ilaç, tohum ve enerji gibi ithalata bağımlılık nedeniyle kur artışından hızla etkilenen ihtiyaçların teminini sağlayacak teşvik, destek ya da faizsiz kredi olanakları da sağlanmamıştır. Yaklaşık 3,48 milyon hektar ekilmekten vazgeçilmiş araziye karşın, 364 bin dekar (tarım arazi varlığımızın %1’i) arazi için 6,7 bin ton tohum verileceği ve %75’ini devletin karşılayacağı ifade edilmiştir.

ÇKS’YE KAYITLI ÇİFTÇİLER VE TARIMSAL İSTİHDAMDA AZALMA

Türkiye’de 2002 yılında 2,8 milyonun üstünde kayıtlı çiftçi varken 2019 yılı ÇKS’ye (Çiftçi Kayıt Sistemi) kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 83 bin olmuş, pandemiyle birlikte 2020 yılı ağustos ayı sonuna kadar 1 milyon 803 bin çiftçiye düştüğü, mecliste, bakan Pakdemirli’ye verilen bir soru önergesine verdiği yanıtta ifade edilmiştir. ÇKS; tarım politikalarının oluşturulmasına yönelik olarak çiftçilere ait tarımsal faaliyetlerin kayıt altına alınması, bu bilgilerin güncellenmesi, geliştirilmesi, ÇKS ile bağlı sistemlere yönelik tarımsal destekleme programlarının denetlenebilir, izlenebilir, raporlanabilir bir şekilde yürütülmesini sağlayan sistemdir. Son bir yılda 280 bin çiftçi ÇKS’ye kayıt yaptırmamış, desteklemelerden faydalanmayı gerekli görmemiştir. Bu durum uygulanan desteklemelerin çiftçiyi üretime yönlendiren bir etkisinin olmadığının açık göstergesidir. Ayrıca büyükşehir yasasından sonra 9 milyon kır nüfusundan kalan yaklaşık 7,5 milyon içinde ÇKS kaydı olmayan kadın ve erkek çiftçiler ise tamamen ilgi alanı dışında kalmıştır.

Tarım, ormancılık ve balıkçılıkta istihdam edilen kişi sayısı 2002 yılında 7,458 milyon kişiyken 2019’da 2,361 milyon gerileyerek 5,097 milyon seviyesine düşmüştür. Üretim süreçlerimizde makineleşme ve teknoloji kullanımının en düşük seviyelerde olduğu sektör tarım sektörüdür. Tarımsal üretim kendine özgü özelliklerinden dolayı halen emek yoğun üretim sürecidir.

FİNANSAL DURUM

2002 yılında çiftçilerin bankalara ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borcu yaklaşık 3,5 milyar TL’ydi. Bugün özel ve resmi bankalara yaklaşık 120 milyar TL, Tarım Kredi Kooperatifleri’ne yaklaşık 10 milyar TL olmak üzere 130 milyar TL borcu mevcuttur. Çiftçi desteklemeler yerine kredi kullanımına yönlendirilmiş, bu süreç halen devam etmektedir.

TARIMSAL ÜRETİM GİRDİ MALİYETLERİNDE ARTIŞ

AKARYAKIT-ELEKTRİK

Dünyada akaryakıt fiyatları düşerken Türkiye’de artmıştır. Akaryakıt fiyatları içinde ki ÖTV ve KDV yatlar için kaldırılırken, pırlantadan KDV alınmazken, çiftçinin kullandığı akaryakıt fiyatı içindeki vergilerden herhangi bir indirim yapılmamıştır. Pandemi sonrasında da yeni bir düzenleme olmamıştır.

Öte yandan, 2019 yılından bugüne neredeyse % 100 artan elektrik fiyatları sulamada en önemli problem olmaya devam etmektedir. Derin kuyu pompalarında kullanılan enerjinin faturalarını ödeyemeyen çiftçilerin elektrikleri kesilerek icraya verilmiş olmaları da vaki olmuştur.

GÜBRE

2020 Şubat ayında tonu 1.650 TL olan üre gübresinin fiyatı mart 2020’de 2.150 TL’ye yükselmiş, % 30’luk fiyat artışı olmuştur. Aynı dönemlerde 1.000 TL olan amonyum sülfatfiyatı da 1.250 TL olarak % 25’lik bir yükseliş göstermiştir. Gübretaş 2020 güncel fiyat listesinde 18-46 DAP gübre ton fiyatı 3.800 TL, 20-20 Kompoze gübre ton fiyatı 3.200 TL, %46 Azot üre ton fiyatı 2.600 TL, Amonyum sülfat fiyatı ise 2.500 TL olarak açıklanmıştır. TÜGSAŞ ve İGSAŞ gibi Gübre fiyatları 2000-2005 yılları arasında özelleştirildikten sonra özel sektörün kontrolünde olan gübre sektörü doğası gereği karlılık hedeflemektedir. Döviz bazında satın alınan gübre hammaddeleri ile üretilen gübre fiyatlarına artış hemen yansıtılmaktadır. Verimlilik için önemli girdi olan gübre kullanımında yaşanan düşüş, döngüsel tarım ile de karşılanamayınca rekolte düşüşü ve yeterlilik sorunlarıyla karşımıza çıkacak, dışalım bağımlılığını artıracaktır.

BİTKİ KORUMA ÜRÜNLERİ (ZİRAİ İLAÇ)

Herbisitler (yabancı ot mücadelesinde kullanılan zirai ilaç), insektisitler, mantarisitler ve diğer tarım ilaçlarına 2020 yılı başından nisan ayına kadar %20 ile %35 zam gelmişti. Küresel ilaç devlerinden ithal edilen ve yaygın olarak kullanılan veya etken maddesi ithal edilerek üretilen tarım ilaçları fiyatları pandemi sonrası kur artışının hızlanmasıyla seri zamlar görmeye başladı.

HAYVANCILIKTA EN YÜKSEK PAYA SAHİP GİRDİ:YEM

Hayvancılık girdilerinde de durum değişme göstermemektedir. En yüksek pay %70 ile yem giderlerindedir. Yem hammaddelerinin hemen hepsi ithal ve yem sanayiinin hammadde bakımından ithalata bağımlılık oranı yüzde 50-70 arasındadır. İthal yem hammaddelerinden soya küspesi ton fiyatı, Şubat ayı sonunda 380 USD’den 445 USD seviyesine çıkmış, % 17 yükselmiştir. Ayçiçeği küspesinde Şubat ayı sonunda 230 USD, yüzde 9 artışla 250 USD olmuştur. DDGS (mısırın kuru işleme yan ürünü) ise aynı dönemde yüzde 8 artarak 260 USD seviyesinden 280 USD düzeyine çıkmıştır. Döviz bazlı fiyatlarla girdi temin ederek üretim yapan çiftçi Türk Lirası bazında ürünlerini satmaya çalışmaktadır. Bir yandan dolar kuru artarken diğer yandan döviz bazında da girdi fiyatları artmaya devam etmektedir.

Dünya ortalaması kişi başına 30 kg olan yıllık kırmızı et tüketimi ülkemizde 14 kilo civarındadır. 2010’dan 2019’un sonuna kadar 5 milyonu büyükbaş olmak üzere, 8 milyondan fazla canlı hayvan ve 300 bin ton et dışalımı yapıldı. Bu ithalatlar için 2020 hariç, toplam 8,5 milyar dolar ödendi. Pandemi karşısında bağışıklığın sağlanabilmesi için gerekli olan hayvansal gıdaların ithalata ihtiyaç duymadan sağlanmasında gereken hayvan varlığına ulaşılması ve korunması temel gerekliliktir. Hayvancılığın temel ihtiyacı olan yemin en ucuz kaynağı olan meralar imar uygulamaları, mega projeler ve kentleşme için yeni alan tahsisleri ile vasıf değişikliği tehdidi altındadır. Ayrıca yem, buğdaydan, arpadan, mısırdan, şeker pancarı posasından, mısır silajından da üretilir. Bu ürünlerin üretim alanlarında ve üretim miktarlarında azalma hayvan beslenmesinde de sorunlar meydana getirmiş, saman ithalatı dahi yapılmıştır.

Çiftçiler, pandemi ile birlikte artış ivmesi daha da hızlanan kur nedeniyle fiyatları artan ithal girdilerle tarım yapıp satın alma gücünü kaybeden TL ile korumasız piyasada ürününü satmaya çalışmaktadır.

TARIM KİT’LERİNİN KAPATILMASI YA DA İŞLEVSİZLEŞTİRİLMESİ

Tarımı destekleyen KİT’lerin kapatılması, işlevsizleştirilmesi, özelleştirilmesi neoliberalizmin dayatmaları sonucu 1970’lerin ikinci yarısında başlamış, 1980’li yıllarda hızlanmış son yirmi yılda tamamlanmıştır. Çiftçi, üretim ve tüketici serbest piyasanın doyumsuz kar hırsına terkedilmiştir. Tarımsal regülasyon ve destek işlevlerini yerine getiren, kamu idaresinin koyucu eli ve güvenli şemsiyesi olan KİT’lerin olmaması çiftçileri serbest piyasanın acımasız koşullarıyla baş başa bırakmıştır. Pandemi koşullarında merkezi idarenin tarımsal üretimle ilişkilenme araçları yok denecek kadar azalmıştır. Girdi temini, üretim, destekleme alımları ve pazarlama konularında üretici yalnızlaşırken, halk beslenme ve gıda krizlerine daha fazla yaklaşmaktadır.

FAO VE IFAD’IN PANDEMİ EKSENLİ ÇAĞRILARI VE TÜRKİYE

FAO’nun da içinde olduğu Küresel Gıda Krizleri Ağı’nın açıkladığı 2020 yılı raporunda, 55 ülkede 135 milyon kişinin gıda güvencesi açısından kriz düzeyinde ya da daha kötü durumda olduğu; COVID-19 salgınının da etkisiyle daha ciddi sıkıntılar yaşanabileceği vurgulanıyor. Rapor özetle, koronavirüs salgınına karşı gerekli önlemler alınmadığı takdirde gıda krizine ve küresel düzeyde kırılgan gruplar üzerinde yaratacağı etkiye dikkat çekiyor. Türkiye’de ise ilgili makamlar koronavirüs nedeniyle gıda krizi riski yaşanmayacağını, salgının tarım ve gıdada olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik gerekli tedbirlerin alındığını kaydediyor. Türkiye gerekli tedbirleri aldığını iddia ederken, FAO, tarım sektöründe pandeminin etkileriyle mücadele edilebilmesi için yurtiçi ve yurtdışı gıda tedarik zincirlerinin, özellikle yoksulların ve kırılgan grupların üzerinde negatif etkisi olacağını ve etkilerin önlenebilmesi için politikaların geliştirilmesi gerektiğini belirtiyor. FAO ek olarak, ülkeleri kırılgan nüfuslarının acil gıda ihtiyaçlarını karşılamaya, sosyal koruma programlarını artırmaya, küresel gıda ticaretini sürdürmeye, yerli tedarik zincirlerini mobilize ettirmeye ve gıda üretiminin artırılabilmesi için küçük çiftçileri desteklemeye çağırıyor.

Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), kısa vadeli krizlerin uzun vadeli sorunları, boşlukları, yetersiz yatırımları ve güvenlik açıklarını besleyebileceğinin belirterek, küçük ölçekli üreticileri çok daha fazla etkileyeceği düşünüyor. Dünyanın en yoksul halklarının yaklaşık %63’ü tarımda çalışıyor; en yoksul, açlıkla en çok mücadele eden insanların çoğu kırsal alanlarda yaşıyor. Tarımdaki ekonomik büyümenin, yoksulluk ve gıda güvensizliğinin azaltılmasında diğer sektörlerdeki büyümelerden 2-3 kat etkili olduğunu ifade ediyor. Küçük ölçekli tarıma yapılan yatırımların, kriz sonrası dönemlerde gıda üretimini canlandırmaya ve istihdam yaratmaya, kırsal toplulukların süreçten daha az zararla ve daha kısa zamanda çıkmasına katkı sağlayacağı belirtiliyor. AB, pandemi ile mücadele kapsamında çiftçilere ve kırsal alanlara doğrudan destek verilmesini önceliklendiriyor. Çiftçiler ve diğer kırsal kalkınma aktörlerine yönelik çok düşük faiz oranları ve uygun ödeme planları gibi kolaylıklarla kredi ve yardım paketleri hazırlıyor.

TARIMSAL ÜRETİM VE GIDA KRİZİNDE YEREL YÖNETİMLER

COVID-19 salgını, dünya çapında gıda sistemlerini sekteye uğratıyor ve yerel yönetimleri, kentin sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimini sağlamakta zorluklara maruz bırakıyor. Küçük miktarlarda yiyecek alışverişi yapma eğiliminde ki en kırılgan nüfus olan kent yoksulları süpermarketler veya eve teslim tedarik hizmetleri yerine küçük dükkanları veya pazarları tercih ediyor. Bu durum, pandemi nedeniyle faaliyetleri durdurulan bu satış noktaları yerine, yeni gıdaya erişim tedbirleri üretilmesini zorunlu kılıyor. Büyükşehir yasası ile mahalle olan köylerde üretimin desteklenmesi, üretici kooperatiflerinin oluşturulması yerel yönetimlerin yeni görevleri arasındadır. Kentlerde tüketim kooperatifleri, gıda toplulukları gibi dayanışma ekonomilerinin oluşturulması, desteklenmesi ve kent halkının güvenilir tarım ürünlerine erişimi yerel yönetimlerin sorumlulukları arasına girmektedir. Tarımsal üretime uygun kentsel alanlarda yapılabilecek kent bostanları, bahçecilik ve hobi bahçeciliği gibi uygulamalara ihtiyaç duyulan fiziki ve hukuki zemini hazırlamakla beraber kentlinin güvenli gıdaya erişiminde yerel yönetimlerin önceliği artmıştır. COVID-19 salgını özellikle yerel yönetimleri tarımsal üretimde yaşanacak sorunlar ve gıda krizine karşı önlem almaya yönelterek, fide ve tohum dağıtımı, belediyeye ait alanlarda tarımsal üretim, çiftçinin elinde kalan ürünleri satın almak ve pazarlar oluşturmak gibi çalışmaların yapılmasına neden oldu. Yerel yönetimler, kırılgan grupların haritalanması ve besleyici gıdalara erişimi için planlamalar yapmalıdır. Gıda satışı yapan küçük dükkanların ve yerel pazarların sıkı fiziksel mesafe kurallarının uygulanarak açık kalması desteklenmelidir.

ORTA VE UZUN VADELİ TEDBİRLER VE ÖNCELİKLİ KONULAR

Sağlık ve gıda sistemlerini birbirine bağlayan ulusal-kentsel entegre bir planlama yapılmalıdır. Planlama, sosyal koruma programlarını ve risk önleme ve azaltma planlarını da içermelidir. Gıda erişim sistemlerini iyileştirmek ve kriz durumlarına hızlı cevap verebilmek amacıyla sivil toplum örgütleri, üreticiler ve örgütleri gibi çeşitli aktörlerin sürece dahil edildiği çok paydaşlı demokratik mekanizmalar geliştirilmelidir. Kısa tedarik zincirleri teşvik edilmeli (yakın çevrede gıda üretimi ve temini) ve kır-kent sosyo-kültürel bağlantıları güçlendirilmelidir. Kentsel gıda sistemleri analizinin ve paydaş haritalarının geliştirilmesi, boşlukların tespit edilmesi, çeşitli aktörlerin harekete geçirilmesine ve kriz durumlarına ilişkin, gıdaya erişim stratejilerin hayata geçirilmesine yardımcı olacak haritaların oluşturulması organizasyonun kurulması sağlanmalıdır. Gıda dağıtımı ve lojistik üzerine kapasite geliştirilmelidir. Kalıcı bir çözüm olarak gıda merkezleri kurulmalı ve acil durum hazırlık planları yapılmalıdır.

TARIMDA YENİ TEKNOLOJİLER

Pandeminin oluşturduğu koşullar beraberinde tarımsal üretim ve pazarlamada dijital teknoloji kullanımını getirmiştir. FAO raporuna göre, dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 10 milyar seviyesine yükselmesi ve tarımsal talebin yüzde 50 artırması, protein, meyve ve sebzeye olan talebin de yükselmesi bekleniyor. Tarım ürünleri temini talebinde yeni nesil tüketici davranışı olarak dijital talep yükseliyor. Tüketiciler, diğer dijital tüketim alışkanlıklarında edindikleri deneyim ile güvenilir ve yerli ürünleri talep ediyorlar.

FAO’ya göre, “üretilen tüm gıdaların yaklaşık üçte biri kayboluyor. Her yıl, gelişmiş ülkelerdeki tüketiciler sahra altı Afrika’nın tüm net gıda üretimi kadar gıdayı israf ediyor”. Soğuk zincir altyapısının eksikliği, atık ve israfın önlenmesi için tüketim, tedarik ve taşıma aşamalarında yapısal dönüşüm sağlanmasını gerekli kılıyor. Tarımda Robotik Teknoloji, Uzaktan Algılama, Arazi sensörlerinden drone’lara, yazılımlara ve uydu görüntülerine kadar çok sayıda teknolojik gelişme kullanılmaya başlanıyor.

TOPRAK SAĞLIĞI VE GIDA GÜVENLİĞİ

FAO, sürdürebilir toprak yönetimi ile tarımda %53 daha fazla verim alınabileceğini belirtiyor. Artan dünya nüfusu göz önünde bulundurularak, verim artırmak için, toprak ıslahı, gece sulama, koruyucu bitkiler, doğrudan ekim gibi metotlar kullanılıyor. Toprağın yenilenmesine odaklanan çiftçilerin mahsul verimlerini sürdürmelerine, su tutma ve bitki alımını iyileştirmeye ve çiftlik karlılığını artırmaya odaklanan tarım ve otlatma uygulamalarına rejeneratif tarım deniyor. Rejeneratif tarım uygulamaları, toprağın üretken biçimde bir sonraki kuşağa bırakabilmek açısından önemli görünüyor. Toprak sağlığı, iklim değişikliğine olan etkileri açısından da kritik. Toprağın, her yıl dünyadaki fosil yakıt emisyonunun %25’ini temizlediği biliniyor. Bazı hükümetler toprak sağlığını iyileştirmek için hibe destekleri veriyor. Bazı ülkelerde ise çiftçilere, sahip olduğu toprakların atmosferden temizlediği karbon miktarı için doğrudan ödeme yapılıyor.

TARIMDA SUYUN KULLANIMI

Su krizi, suyun hangi sektörde kullanılırsa kullanılsın, daha verimli şekillerde kullanılması önemlidir. Çiftçiler, karlılığı artırmak için önemli bir gider olan sudan tasarruf etmek gerektiğini biliyorlar artık. FAO, üretimde su verimliliğinin nasıl artırılmasına dair önleyici yöntemler öneriyor. Pandemi ile birlikte su fakiri ülkeler arasında olan ülkemiz için de tarımda vahşi su kullanımı önlenmeli, sulama örgütleri tarafından yapılan/yapılması gereken planlama desteklenmelidir.