ÖLÇÜ 2021 NİSAN SAYISINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Afet ve Kuraklık

Faruk DIĞIŞ

Peyzaj Mimarı

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası 13. Dönem İstanbul Şube Yazmanı

Küçük Langa’da büyüdüm ben, yani Küçük Langalıyım. Şehrin, henüz bostanlarını yutmamış olduğu yıllarda, çocukluk hayallerimin arasında yılbaşlarında kartopu oynayabilmek vardı. O yıllarda dünyaya açılan tek penceremiz olan TRT ekranlarında yılın son günlerine doğru sıkça yayınlanan noel ve yılbaşı temalı filmler ve diziler hep bembeyaz bir kar örtüsü eşliğinde misafir olurdu bizim evin salonuna. Kar yağdığında, hele bir de tutmuş ise; okuldan eve döner dönmez çantayı bir köşeye fırlatıp, eldivenlerimizi montun cebine sıkıştırıp, kaşkollarımızı sıkı sıkı boynumuza doladıktan sonra kendimizi sokağa atar, enikonu 2 sokak ötede oturan, çoğu ile aynı ilkokula gittiğimiz üst mahallenin çocukları ile kartopu savaşı yapmaya giderdik. Yenikapı’nın arka sokaklarında yol kenarına park etmiş arabaları kendimize siper yapıp, kartopu savaşı yapmaktı en büyük eğlence.

Çok sonraları üniversite yıllarında, ekoloji, meteoroloji, botanik ve toprak ilmi okumaya başlayınca, su döngüsünün ne olduğunu, neden bu kadar kıymetli olduğunu, dünyanın dörtte üçünün sular ile kaplı olduğu halde, bunun sadece 5/10.000’inin kullanılabilir olduğunu öğrendim. Kar, başka canlıların da hayatında önemli rol oynuyormuş.

Bugün 30 Aralık 2020, dışarıda pastırma yazı tadında, 17 0C bir hava var. Neredeyse kısa kollu tişört ve şort ile gezilecek kadar güneşli bir hava. Hâlbuki zemheri soğuklarının hüküm sürdüğü ay diye öğretmişlerdi bana ilkokul sıralarında. Pastırma yazı ise kasımın ikinci haftası bitmeliydi…

Afet, genel tanımı itibariyle insanlar için fiziksel, ekonomik, sosyal kayıplar doğuran, insanın normal yaşantısını kesintiye uğratan olaylara verilen genel bir isimdir.

Uzun yıllar boyunca afet denildiği zaman ilk akla gelen, ansızın karşımıza çıkan depremler, taşkınlar, heyelanlar, çığ, çok şiddetli ani fırtınalar ve büyük yangınlardı.

Oysa son yıllarda hayatımıza giren iklim değişikliği, erozyon, kuraklık gibi kavramlar da birer afet. Etkilerini azar azar gösteren, sadece yaşadığımız şehri değil, tüm Dünya’yı etkileyen afetler bunlar. Yavaş yavaş ısıtılan beherin içinden çıkamayan kobay kurbağalar gibi izliyoruz etrafımızda gelişen değişimleri.

Erik ağaçları genel olarak hep aldanırdı erken ilkbaharda, kış güneşi azıcık yüzünü göstermeye görsün hemencecik açıverirdi çiçeklerini daha kış bitmeden, oysa bu hafta bizim bahçedeki süsenler çiçek açtı, biraz ötede de fırça çalıları kıpkırmızı gülücükler atıyor etrafa. Bunlar normal değil. Hepsinin kışın uyuması, dinlenmesi, gelecek baharı, uykusunu alıp dinlenmiş ve güçlü bir şekilde karşılaması gerekiyordu.

İstanbul, tarihi boyunca hep su fakiri bir şehir olmuştu. Şehri yönetenler Bizans İmparatorluğu günlerinden beri halka yeterli su temin edebilmek adına çeşitli çözüm yolları üretmeye çalışmışlar. Binlerce yıllık tarihi boyunca, kâh büyük sarnıçlar oluşturmuşlar, kâh su kemerleri inşa edip yakın bölgelerden su taşımaya çalışmışlar kente.

Bugün ise; bir felaketin eşiğindeyiz. İSKİ verilerine göre, İstanbul barajlarının doluluk oranı %19,26. Diğer bir deyişle barajlarımızın %81’i boş. Her geçen gün artan nüfus baskısı, şehrin idame ettirilemez bir şekilde büyümesine, şehrin içindeki ve çeperindeki tarım arazilerinin yok olmasına ve orman arazilerinin sınırlarının giderek daha küçülmesine yol açarken bizler, tüm itirazlara ve bilimsel verilere rağmen iktidarın çılgın 3. Köprü, 3. Hava Limanı projelerini birer birer gerçekleştirmesini ve bu projelerin yarattığı ekolojik felaketleri içimiz yanarak izliyoruz.

Önümüzde ise; bu yıkım projelerinden en vahşi, en yıkıcı olması beklenen Kanal İstanbul projesi var. Trakya’daki tarımı bitirecek, orman ekosistemini parçalayacak, koskoca Sazlı Dere Barajı ekosistemini faunası ve florası ile bütün olarak yok edecek, yeraltı sularımızı tuzlanma sebebiyle kullanılamaz hale getirecek bir ekolojik yıkım ve rant projesi.

İklim değişikliği; biz ne kadar gözümüzü kapatıp kabul etmesek de hepimizin yaşamını olumsuz yönde etkiliyor. Tüketime dayalı ekonomik büyüme modelleri, saçma sapan devasa projeler bizleri bir felakete doğru sürüklüyor.

Yaklaşan bu felaketleri görüp bu konuda hızlı bir şekilde önlem almaya başlamamız şart. Önceliğimiz ülke peyzajlarımızı, sahip olduğumuz doğal kaynaklarımızı korumak olmalı, sonrasında da siyasilere iklim değişikliği konusunda acil önlemler almaları için baskı yapmalıyız.

Aksi takdirde çocuklarımıza miras olarak felaketleri bırakacağız.

Küçük Langa’da büyüdüm ben, yani Küçük Langalıyım. Şehrin, henüz bostanlarını yutmamış olduğu yıllarda, çocukluk hayallerimin arasında yılbaşlarında kartopu oynayabilmek vardı. Bugün ise bambaşka hayallerim var. Çocuklarımla arka bahçemde kartopu oynamanın hayalini kuruyorum. Sahi bu kış kar yağacak mı? Deniz ve Sinan ile kardan adam yapabilecek miyim? Domates fidelerine verecek suyumuz olacak mı? Ekmek yapmak için buğdayımız?

Peki, bu yaz içecek suyumuz olacak mı? Kafamda hep böyle sorular var benim…

Sevgiyle